Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Özcan YENİÇERİ
Özcan YENİÇERİ

Ayarı bozulan kantar!

Silivri’deki özel yetkili mahkemenin kararları açıklanırken ister istemez Hitler Almanya’sı ve Stalin SSCB’sindeki uygulamalar gözlerimizin önüne geldi.
Bilindiği gibi totaliter/ceberut devletlerde adalet, kudret elitlerinin iki dudağı arasındadır. Kruşçev anlatıyor: “Stalin, herhangi bir kimsenin ‘tutuklanması gerek’ dediği zaman, bir halk düşmanının söz konusu olduğunu sözüne bakarak kabul etmek gerekirdi; bunun üzerine, Devlet emniyet organlarının sorumlusu Beria takımı, tutuklunun suçluluğunu ve tahrif ettiği belgelerin gerçeğe uygunluğunu doğrulamak için, kendisinden beklenenden fazlasını yapardı. Sunulan deliller nelerdi? Tutuklunun itiraflarıdır ve sorgu yargıçları da bunları ciddiye alırdı. Pekâlâ, işlenmemiş suçlar nasıl itiraf edilir? Tek yolla, maddi baskılar, işkenceler metoduna baş vurarak. Bu baskı ve işkenceler tutukluyu bir bilinç, zihin ve insan vakarından yoksunluk yıkımına getirirdi.” (Aron, 1976; 280)
Stalin ile Hitler’in “adalet” (!) anlayışı bir paranın iki yüzü gibi birbirinin benzeridir. Bir Alman mahkemesi Pasttor Niemöller’i suçsuz bulduğunda, Hitler’in şunu söylediği kayıtlarda vardır: “Benim suçlu diye ilan etti-ğim bir kimseyi bir Alman mahkemesinin suçsuz çıkarması olayı bir daha gö-rülmeyecektir”. Sonunda da Niemöller, gestapo tarafından tevkif edilmiştir. (Fredrich, Brezinzski, 1964; 37)
Sonuçta kul adaleti dediğiniz, üç beş kulun karar vererek başka üç-beş kulun hayatı üzerinde racon kestiği bir mekanizmadır. Kul dediğinizin ise her türlü hatayla malul olduğu malumdur. İlahi adaletin ise bu dünyada geç ve güç tecelli ettiği deneyimlerle sabittir.
“Ergenekon” adının itibarının infaz edildiği malum davayı bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Silivri mahkemesi, önceki gün yağmur gibi müebbet ağırlıklı cezalar yağdırdı. Doğrusu bu yargıdan bu tür bir kararın çıkacağını herkes bekliyordu. Sürpriz olmadı!
Sanıkların karşısında “Özel Yetkili” bir mahkeme vardı. Klasik yargılamalarda görülmeyen uygulamalar söz konusuydu. Takdir edilene adalet ve karara saygıya ise adet denilerek, kararlar kamuoyuna açıklandı.
Şu tür bir kararın kamu vicdanını ve sade vatandaşı nasıl ikna edeceğini ise kimse hesap etmemiştir: Davanın en önemli aktörlerinden olan bir şahsın adam öldürme, gasp ve hırsızlıktan sabıkası var. Danıştay saldırısını gerçekleştiren saldırganın da arkadaşıdır. Bu kişi bu mahkemede hem sanıktır, hem de gizli tanıktır. Onun ifadeleriyle Danıştay saldırısı “Ergenekon Terör Örgütü” nün cebir ve şiddet unsurunu tamamlamıştır. Sonuçta da bu zat, yargıya yaptığı katkıdan (!) dolayı olacak, mahkeme tarafından delil yetersizliği gerekçesiyle tahliye edilmiştir.
Yargılama sırasında yasa, usul, esas, teamül ve uygulamalara aykırı hemen her şey gerçekleşmiştir. Bunlardan bir kaçını şöyle sıralamak mümkündür: Uzun tutukluluk süreleri, usule uymayan muameleler, yapılamayan savunmalar, bir kişinin hem sanık, hem de gizli tanık olması türünden garip uygulamalara Türkiye şahit oldu.
Mahkeme suç, suçun unsurları, delil, illiyet bağı ve örgüt konusunda kendisine özgü tanımlamalar yapmıştır. Şemdin Sakık gibi terörist mahkumların gizli tanık olarak dinlenmesi, geniş suç tanımlamalarını “torba adalet” olarak kavramlaştıranlar oldu.
Cebir ve şiddet içermeyen kara propagandadan ya da andıçtan darbe niyeti çıkarmak, aşırı niyet okumak olarak adalet tarihine geçmiştir. Karar duruşmasına sanık ve izleyicilerin alınmamasıyla “aleniyet” ilkesinin çiğnenmesi ise bir başka bahsi değerdir.
Kararlar toptancı, indirgemeci ve genelleyici bir yargıyı işaret etmektedir. Yabancı basın Silivri’deki bu davayı: “Türkiye’nin en uzun ve kutuplaştırıcı davası” olarak izleyicilerine duyurdu. BBC, “Silivri mahkemesi hükümetle büyük ölçüde aynı fikirde olduğunu gösterdi” yorumunu yaptı.
Adalette ayarı bozulan kantar, gün gelir onu bozanları tartar!

Yazarın Diğer Yazıları