Avrupa’nın mikro devletleri: Orta Çağ’dan günümüze taşınan miras

Avrupa’nın mikro devletleri: Orta Çağ’dan günümüze taşınan miras

Avrupa’nın mikrodevletleri, benzersiz yönetim sistemleri ve tarihî dokularıyla hayatta kalmayı başarmış olağanüstü örneklerdir. San Marino’nun altı aylık eş liderlik dönemi, Lihtenştayn ve Monaco’daki güçlü monarşi yapıları ya da Andorra’nın çifte prensi gibi farklılıklar, bu devletlerin kimliklerini şekillendiriyor. Orta Çağ’dan bugüne, geleneklerini koruyarak modern dünyaya nasıl uyum sağladıklarını birlikte keşfedelim.

Kıta Avrupası, 30.000 ila 80.000 kişilik nüfusa sahip dört mikro devlete ev sahipliği yapıyor: Fransa ve İspanya sınırındaki Andorra; İsviçre ve Avusturya arasında yer alan Lihtenştayn; Fransız Rivierası'nda yer alan Monako ve kuzey İtalya ile çevrili San Marino...

Bu devletçikler ortaçağdan bu yana varlıklarını sürdürmekte ve küçük boyutları, tekil anayasal düzenlemeler geliştirmelerini ve sürdürmelerini sağlıyor. Hepsi de devlet mimarisi sorunlarına özgün çözümler geliştirmiş, birçoğu günümüzde de varlığını sürdürüyor.

Bu mikro devletlerin dördü de Avrupa'nın insan hakları örgütü Avrupa Konseyi üyesi. Bu nedenle uluslararası yönetişim standartlarını karşılamak için modernleşmek zorunda kaldılar. Buna yargının bağımsızlığı da dahil.

Ancak bunların dördü de sözkonusu reformları kurumsal kimliklerini değiştirmeden gerçekleştirdi. Diğer ülkelerden farklı özelliklerini koruma konusundaki kararlılıkları, kurumlarında daha geniş çaplı reformlar yapılmasını engellemekte. Onlar için ulusal gelenek ve kimliğin korunması, ideolojinin bir ifadesi olmaktan ziyade bir tür kendini koruma biçimi olarak öne çıkıyor.

Dört mikro devletin ayırt edici özelliği yani alametifarikası artık dünyanın hemen hemen hiçbir yerinde bulunmayan kurumsal düzenlemelerin hayatta kalmasında yatıyor. Örneğin Lihtenştayn ve Monaco prensliklerinde monarşi hala anayasada merkezi bir role sahip.

Monarşiye sahip çoğu Avrupa devletinin aksine, Lihtenştayn ve Monaco'da kraliyet devlet başkanı, anlamlı bir güce sahip olmaya devam ediyor.

Andorra ve San Marino ise çift devlet başkanı düzenlemesi altında faaliyet gösteriyor. Söz konusu prensliklerdeki kurumsal düzenlemeler, hem toprak hem de nüfus açısından küçük boyutları ve coğrafi konumları tarafından şekillendirilmiş durumda ve mevzubahis düzenlemeler ortaçağdan bu yana mevcudiyetini devam ettiriyor. Zira bunlar, söz konusu devletçiklerin aslî kimliği haline gelmiş durumda. Diğer uluslarda "ulusal gelenek, ideolojik bir tartışma konusu" iken isimleri sayılan uluslarda "geçmişi korumak bir hayatta kalma mekanizması" olarak kabul ediliyor.

0001.webp

LİHTENŞTAYN VE MONACO

Lihtenştayn ve Monako, kraliyet ailesine önemli güç sağlayan türden anayasal monarşiye sahip. Her şey yürütme gücünü kullanan bir prens etrafında organize edilmiş durumda.

Batı hukuk geleneğindeki çağdaş monarşilerde genellikle törensel bir kral veya kraliçe bulunur. Fakat yürütme gücü seçilmiş bir hükümete devredilir. Lihtenştayn ve Monako ise çok güçlü bir hükümdarı merkeze alan tarihi hükümet örgütlenmelerini muhafaza etmekte kararlı bir tutum sergiliyor.

Yetkileri sınırsız olmamakla birlikte, Monaco prensi, sahip olduğu yetkiler için parlamentoya karşı sorumlu bile değil. L

iechtenstein prensi de benzer olarak anayasa mahkemesi üyelerinin yarısını atama hakkı da dahil olmak üzere bir çok olağan üstü yetkiye sahiptir. Ancak Lihtenştayn prensinin egemenlik gücü Lihtenştayn halkı ile ortaklaşa kullanılmakta: Kurumsal mimari, prens ve halk arasında bir kontrol ve denge sistemine izin verecek şekilde inşa edilmiş vaziyette.Bahis konusu edilen durumu misallendirmek gerekirse 2003 yılında yapılan bir anayasa değişikliğinden bu yana halk, 1.500'den fazla vatandaşın aynı fikirde olması halinde prense karşı bir "güvensizlik önergesi" sunabilme yetkisini elinde tutuyor ve bu da prense karşı bir güven referandumunu tetikliyor. Dahası yine aynı sayıda vatandaş, istedikleri takdirde monarşiyi tamamen ortadan kaldırmak için bir girişimde bulunabilme yetkisine de sahip.

liechtenstein04282024-01-06693.jpg

ANDORRA VE SAN MARİNO

Andorra Prensliği, eş-prenslik düzenlemesi nedeniyle monarşi olarak değil "eş-prenslik sistemi" ile öne çıkıyor. Prenslerden biri Katalonya'dan Urgell piskoposu, diğeri ise Fransa Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı. Andorra'nın bir başka özelliği de prenslerin hiçbirinin Andorra vatandaşı olmaması.

Andorra'da tam teşekküllü bir anayasa oluşturulan 1993 reformunun ardından, hiçbir prens "tam egemen" güce sahip değil. Mevcut anayasal rolleri neredeyse törensel kaldı. Bununla birlikte, devletin vatandaşı olmamaları ve devlet başkanlarının ne Andorra halkı ne de temsilcileri tarafından seçilmemesi konusundaki endişeler hâlâ devam ediyor.

Devlet başkanının yabancı olmasının tarihsel nedeni Andorra'nın Katalonya ve Fransa arasında sıkışmış coğrafi konumu. Kendisini bu çifte egemenlik altına sokmasına izin vermek, hayatta kalmanın bir garantisi olarak kabul edildi.

San Marino'da da iki başlı bir devlet mevcut. Ancak "Kaptan Naipleri" olarak adlandırılan her iki lider de Andorra'daki uygulamanın aksine Sammarin vatandaşı. Bunlar San Marino'nun yasama organı Büyük ve Genel Konsey arafından seçilir ve sadece ama sadece altı aylık bir görev süresi boyunca görevde kalırlar.

Görev sürelerinin bu kadar kısa olmasının nedeni ise San Marino'nun 34,000'den az bir nüfusa sahip olması. Ülkede herkes birbirini tanıyor, bu da seçimle gelinen makamların bağımsızlığına zarar verebilecek bir durum olarak algılanıyor.

Naip Kaptanlar sistemi ilkin 1243 yılında, bir dizi İtalyan cumhuriyetinin varlıklı aileler tarafından devrilmesinden kısa bir süre önce kuruldu. San Marino'nun ayakta kalabilmesinin nedenlerinden biri de yüzyıllar boyunca "bir ailenin diğerlerinden daha güçlü olmasını engellemiş olmasında" aranmalı.

Dolayısıyla mikro devletler Avrupa'nın normal büyüklükteki devletleri gibi değiller. Kendilerine özgü kurumsal mimarileri mevcutve bunun çoğu zaman anlaşılabilir sebepleri var.

gm-scpiwkaareuo.jpeg