Avrupa neden sağa yattı

Avrupa neden sağa yattı

Avrupa Parlamentosu seçimlerine sağ partiler damga vurdu. Sağın yükselişinin AB politikalarından ziyade üye devletlerinin iç siyaseti üzerinde daha fazla etkili olabilir. Fakat sorulması gereken asıl soru Avrupa'da sağın neden yükseldiği...

Seçimlerin sonuçlarını üç örnekle özetlemek gerekirse Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, partisi çok kötü bir performans sergilediği için erkem seçim kararı aldı, Belçika’da hükümet istifa etti yapılmasını istedi ve Almanya'nın ünlü aşırı sağcı partisi AfD, Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un iktidardaki Sosyal Demokratlarından daha fazla sandalye kazandı.

6666b54628bda1-75597477.webp

Eğer Avrupa siyasetini yakından izliyorsanız, AB’nin sağa kaymasına o kadar da şaşırtıcı gelmeyecektir. Aslına bakılırsa Avrupa’nın sağa meyletmesini birkaç tanınmış aşırı partinin Parlamento'da sandalye kazanmasıyla açıklamak sığlık olur. Zira söz konuşu kayış oldukça karmaşık şekillerde, uzunca bir süredir gerçekleşen bir olgu.

Avrupalılar diğerlerinin yanı sıra Almanya, Fransa, Hollanda, İspanya ve İtalya'da sağcı politikacıları tercih etti. Sağa kayanların bir kısmı göçün seçmenler için önemli bir endişe kaynağı olduğu ve konu hakkında daha sert politikalar benimsenmesi gerektiğini söylüyor. Merkezci politikacıların özellikle göç konusunda takındıkları “yumuşak tutum” halk nazarında büyük tepki ile karşılaşıyor.

Seçmenlerin önem verdiği diğer konular arasında ekonomi, hayat pahalılığı, savunma ve çevre sorunları yer alıyor. Göçün yanı sıra, özellikle Fransa ve Almanya'da Avrupalı çiftçilerin AB’nin benimsediği iklim değişikliği politikalarının ekonomik etkileri hakkındaki geniş çaplı protestoları nedeniyle sağ kanat, özellikle çevre politikalarıyla kendini öne atmayı başardı.

372-marion-right.jpg

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde her bir ülkenin partileri, ikisi kesin olarak sağ ile ilişkilendirilen dokuz farklı kapsayıcı gruptan birine dahil oldu: Kimlik ve Demokrasi (ID) ve Avrupa Muhafazakarları ve Reformistleri (ECR). Seçimin nihai sonuçların açıklanmasıyla birlikte, bu iki grup 720 sandalyenin 131'ine sahip olurken, son seçime göre fazladan 15 sandalye kazandı.

Macar lider Viktor Orban’ın aşırı sağcı Fidesz Partisi de dahil olmak üzere diğer partiler ise 100 sandalyeye sahip oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un partisi 23 sandalye kaybederken, daha solcu bir kimlik taşıyan Yeşiller ise 19 sandalye kaybetti.

Seçimlerde dört sandalye kaybeden merkez soldaki Sosyalistler ve Demokratlar (S&D) ve merkez sağdaki Avrupa Halk Partisi (EPP) hala en fazla sandalyeye sahip; bunlara Renew’i de eklersek Avrupa Parlamentosu’nda merkez partilerin hala çoğunluğu elinde tuttuğu görülüyor. Fakat son seçimlerde aşırı sağcı partilerin yükselişi, AB bütçesi ve savunma politikası gibi konularda her zamankinden daha fazla etkiye sahip olabilecekleri anlamına geliyor.

photo-credit-theophilos-papadopoulos-flickrcc-by-nc-nd-2-0-1-1263x560.jpg

Avrupa'da sağ ideolojinin yükselmesini, dünya genelinde artan otoriter ve anti demokratik eğilimlerle benzerlik gösterdiği açık. Avrupa sağı son 15 yıldır bu kırılma anına doğru sürekli bir ilerleme kaydediyor: AfD'nin 2013'te kurulmasından bu yana kazandığı nüfuz ve Marine Le Pen’in 2011'de National Rally Partisi’nin liderliğini devralması söz konusu sürecin önemli anlarından. Şunu da ayrıca belirtmek gerekir ki Le Pen, partinin başına geçmesinin ardından, beklendiği gibi partinin göçmen krizine dair takip ettiği sert siyaseti yumuşatarak Fransızlar nezdinde kabul edilebilir bir hale evirmeyi başararak herkesi şaşırtmıştı.

İkinci Dünya Savaşı'nı takip eden on yıllar boyunca faşizm ve Nazizm ile derinden ilişkilendirilen sağcı partiler Avrupa’da var oldu. Fakat bunlar oldukça uç noktalarda yer aldığından, etkileri de olmuyordu. Özellikle son on yılda ise Avrupa, göç sisteminin başarısızlığı ve Covid-19 salgını da dahil olmak üzere birbiriyle örtüşen birçok krizle karşı karşıya kaldı. Yaşananlar, sağ partilerin nüfuzunu ve nüfusunu arttırdı.

2p2g3yhty5ihljz6bwfibglcv4.jpg

Washington'daki Stanford Center'da popülizm, siyasi hareketler ve Batı demokrasilerindeki kırılmalar üzerine araştırmalarda bulunan Patrick Chamorel geçenlerde verdiği demeçte, “Avrupa’daki sağcılar daha geniş seçmen kitlesine sahip olmak ve daha kabul edilebilir bir zemine oturmak adına her şeyi yapıyorlar. Zaferlerinin ardında yatan sır işte bu” dedi.

Avrupa’daki seçimlerin günlük hayat pahalılığının hat safhaya ulaştığı, Avusturya gibi ülkelerde enflasyonun yüksek seyretme trendini devam ettirdiği, Rus yakıtına uygulanan yaptırımların enerji maliyetlerini zirveye taşıdığı bir dönemde gerçekleştirdiğini de unutmamak lazım. Tam da burada, yeri gelmişken Süleyman Demirel’in “Boş tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur” sözünü de hatırlamakta fayda var. Bu da son seçimlerin sadece sağı kucaklamakla ilgili olmadığı, seçmenlerin kendileri için işe yaramadığını düşündükleri merkezci ve sol eğilimli politikaları reddetmek istedikleri anlamına geliyor.

080f3e70-4e69-4202-82a3-aa38637abd38.jpg

Evet, ID ve ECR gibi aşırı sağcı gruplar beş yıl önceki seçimlere kıyasla daha fazla sayıda sandalye kazandı. Ancak sol ve Yeşiller de sandalye kaybetti. Dahası EPP gibi merkez partiler -ki hala en fazla sandalyeye sahip parti oluğunu unutmamak lazım- sağ eğilimli seçmenlere hitap etmek için göç politikası gibi bazı konularda ideolojik olarak sağa kaymış durumda.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Direktörü Mark Leonard seçim sonrası konuşmasında “Göçmen krizi son 15 yılda Avrupa Birliği'ni sarsan beş ya da altı büyük krizden sadece bir tanesi. Önümüzdeki tablo, ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Polonya ya da Estonya gibi ülkelere baktığınızda sağın yükselmesindeki en büyük etkenin Ukrayna Savaşı olduğunu görürsünüz; Almanya'ya baktığınızda ise göç... Ancak Fransa ve Danimarka gibi yerlerde seçmen hareketini iklim krizi belirledi. Birçok Güney Avrupa ülkesinde ise 2008 ve 2009'daki ekonomik kriz hala etkisini sürdürüyor” dedi.

eprs-brie-tt-607290-migration-final.webp

Bu nedenle herhangi bir partinin daha önce sağdaki pek çok partinin yaptığı gibi, Avrupa şüpheciliği ya da Avrupa'dan çekilme gibi önemli bir konu üzerinde kampanya yürütmesi zor gözüküyor. Bugünün yükselen sağ hareketini, II. Dünya Savaşı öncesindeki zamanlardan ayıran en temel unsurlardan biri de işte bu. Daha açık ifade etmek gerekirse sağ bu sefer, Avrupa Birliği'ni dağıtmak için değil onu güçlendirmek için güç kazanmaya çalışıyor. Peki ne değişti de sağın tutumu bu hale geldi?

İlk olarak Ukrayna'daki savaş, birlikten ayrıldıktan sonra Rusya gibi bir tehditle tek başına yüzleşmek anlamına geliyor. Bu da tahmin edileceği üzere pek çok Avrupa ülkesi için intihar anlamına gelir. Şunu da vurgulamak gerekiyor ki söz konusu yüzleşme korkusu, İsveç ve Finlandiya gibi Rusya'ya yakın ülkeler için, Fransa ve Almanya gibi Batı Avrupa ülkelerine kıyasla daha hayati bir unsur. Bu da aşırı sağın yeni gücünü AB politikasını yeniden şekillendirmek için kullanma ihtimalinin daha yüksek olduğu anlamına geliyor. Ancak gerçekte ne kadar etkiye sahip olacağı cevap verilmeye layık bir soru olarak kalmaya devam ediyor.

ukraine-eu-flags-ep-logo-1646057749996-20220228-ep-127160b-pb9-474-download-large.jpg

Seçim sonuçları, Avrupa Parlamentosu'nda sağın aniden kontrolü ele geçirdiği ya da politikaların bir anda dramatik bir şekilde değişeceği anlamına gelmiyor. Ancak zaman içinde, özellikle de AB'nin iklim değişikliği politikaları, göç ve bir dereceye kadar savunma konularında politika değişiklikleri muhtemel.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Direktörü Leonard yukarıda bir kısmını alıntıladığımız açıklamalarının bir yerinde “AB’nin ağırlık merkezi kesinlikle sağa kayacak ama çoğunluğa sahip değiller. Çoğunluk hala ana akım partilerde. Bu da ortak paydada buluşma politikalarının güç kazanacağı anlamına geliyor. Bence bu özellikle göç konusunda, Yeşil karşıtı konularda ve ulusal egemenlikle ilgili konularda geçerli olacak” diyerek yakın gelecekteki olası değişikliklere dikkat çekti. Görünen o ki seçim sonuçları, AB'den ayrılmayı savunmaksızın savunmaya destek veren, ekonomi ve Euro bölgesinde daha fazla özerklik konusunda ısrarcı olan yeni bir Avrupa şüpheciliği doğurmaya gebe.

Özellikle göç konusunda sağ, Parlamento'nun Mayıs ayında onayladığı yeni göç politikasında da görüldüğü üzere, merkezden sağa doğru bir dönüşü zorlayarak hedeflerinden bazılarına zaten ulaştı. Bu yeni politika, diğer endişe verici unsurların yanı sıra başarısız sığınmacı politikasının, kendi ülkelerine daha hızlı bir şekilde gönderilmesi amacıyla sığınma davalarının hızlandırılmasına yönelik bir mekanizma içeriyor. Başta AfD ve National Rally Partileri olmak üzere bazı aşırı sağ partilerin ideolojik olarak birleşebilecekleri bir alan olabilir ve muhtemelen sağın, göç politikasında daha fazla değişiklik yapmak için ellerindeki oyları kullanmaya çalıştığı bir alan doğacaktır.

89465302-d72cd79b-3b6f-43fb-92fa-58d2033f4a73.jpg

Sağın seçim kazanımlarını güçlendirebileceği bir diğer alan olarak iklim politikaları gösterilebilir. Geçtiğimiz yıl yaşanan çiftçi protestolarında da görüldüğü üzere, Avrupalı çiftçilerin büyük bir kısmı AB'nin iklim değişikliğiyle mücadele için önemli politikaları yürürlüğe koyarken, daha pahalı tarım yöntemlerine geçiş yapan çiftçilere yeterli desteği vermediğine inanıyor. Çiftçi protestolarında Fransa, Almanya ve Belçika'daki çiftçiler sadece kendi hükümetlerine değil, AB'nin merkezi Brüksel'e de karşı tavır aldılar.

İlginç bir şekilde, sağ partilerin AB'yi ele geçirmek için birleştirici bir arzudan ziyade daha çok ulusa özgü şikayetleri ve politikaları olduğu için, kolektif bir alanda daha az uyumlu hale getiriyor. Bu da koalisyonlar oluşturmalarını ve yeni politikaları yürürlüğe koymak için birlikte hareket etmelerini daha zor hale getirebilir.

3togzbfnsfdfpxcpzrpndn.jpg

Sonuç olarak sağın tek tek ülkelerin politikalarına yaptığı vurgu AB seçimlerini, önümüzdeki yıllarda üye devletlerde neler olabileceğinin bir habercisi olarak kabul edilmeli. Fransa ve Almanya belki de bunun en kesif örneklerini sunan iki ülke.

Macron'un erken seçim stratejisi Ulusal Meclis'e daha fazla aşırı sağcı milletvekilinin girmesine yol açacağından kısa vadede son derece endişe verici olabilir. Göçmen karşıtı Le Pen son iki seçimde Macron'a karşı giderek daha fazla kazanım elde etti ve Ulusal Ralli Partisi’nin Fransa'yı yönetme ihtimali şimdi her zamankinden daha yakın gözüküyor.

AfD ise bu yılın başlarında kendilerine karşı düzenlenen kitlesel protestolara, partiye yönelik aktif bir polis soruşturmasına ve daha birkaç hafta önce parti yönetimini sarsan skandallara rağmen şu anda Parlamento'daki en güçlü ikinci Alman partisi konumunda.

Sağ partiler Parlamento içinde güçlü koalisyonlar kuramasalar bile, seçimlerdeki yükselişleri bir sorun olduğunu gösteriyor. Ancak AB bloğu genelindeki sağa kayış, kısa vadede olsa da uzun vadede çözüm olmayacak gibi duruyor.

edit-here-00-00-16-00-still1926.webp