Avrupa; "Hasta adam"!

Hayat işte; kimin başına ne geleceği belli değil. Klişesiyle özetlersek "alnımıza ne yazıldıysa o".

Misal...

Kim derdi ki amansız bir AB karşıtı olan şu garip, gün gelecek, AB tarihinin gelmiş geçmiş en irite edici karakterlerinden Jean-Claude Juncker ile aynı çizgiye gelecek!

Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Juncker, "AB'nin bir varoluşsal krizle karşı karşıya olduğunu" söyledi ya;

İmzamı atıyorum altına.

Hatta Juncker'dan bir adım ileri gidip bu "varoluşsal" krizin "kısmi" olmadığını bütün kurum-kuruluş-değer ve ülküleriyle geneli kapsadığını düşünüyorum!

***

Malum, mevzu bahis "varoluş"sa "içeriği" tartışmıyoruz; söz konusu yapının/konunun/kişi/kurumun ne olduğuyla ilgilenmiyoruz.

Öyle mi olsa... Böyle mi olsa... Şunu mu yapsa... Bunu mu dese... Bütün bu gailelerden bağımsız olarak "oluş" bu eşikte mesele!

Şenlendirelim.

Bülent Ortaçgil makamında ifade edelim:

"Olmalı mı, olmamalı mı" çıkmazı Juncker'in itirafı aslında!

Şimdi "yorgun ve hasta adam" olduğunu ilan ettikleri Avrupa'nın temsil makamı iddiasındaki AB "gerekli" bir varoluş mu yoksa "gerekli olmayan" mı?

***

Bir grup aldatılmışın, kandırılmışın, döneğin, "son pişman"ın, itirafçının, iftiracının, "acımasız" olacağı defaatle tekrarlanmış bir "mücadele"nin hedef tahtasından sıyrılabilmek için -can havliyle- attıkları taklalardan gına gelen şu günlerde çok da ufuk açıcı, yıllardır ne zaman AB bahsi açılsa anlatmaya çalıştıklarımızın -belki- nihayet anlaşılabilmesini sağlayabilecek bir tartışma olmaz mı!

Heidegger'ciler, Sartre'ciler, e hadi kımıldayın biraz; görev çıktı!

***

İğne ile çuvaldız arası; Siyasette "şeffaflaşma"

Partiler arası bayramlaşma geleneği çerçevesinde AKP'li heyetle CHP'li heyet buluşuyor; ziyaret sırasında AKP'nin temsilcisi CHP'nin temsilcisine "bayramlık" tonda "Siz de öyle hemen Anayasa Mahkemesi'ne götürmeyin" minvalli bir şeyler söylüyor.

Karşılıklı gülümseniyor...

Nezaket ziyareti ya; konu itinayla geçiştiriliyor...

Sonra...

Aynı kapsamda HDP'yle buluşuyor CHP...

Açıyor ağzını yumuyor gözünü parti temsilcisi; "KHK'ları mutlaka Anayasa Mahkemesi'ne taşıyacaklarını" anlatıyor HDP'liye...

"KHK'lar"la yapılan OHAL sonrasını da bağlayıcı/kalıcı değişikliklerin hukuka uygunluğu tartışmalı; bu yönde bir mücadele verilebilir, hatta verilmelidir elbette...

Ama bu "tarz" gülünç değil mi?

Yani CHP, AKP'yle buluşmasında nezaketen dilini frenleyip de AKP'ye söylemek istediklerini "şikayet" gibi HDP'ye anlatacağına; hazır kameralar önünde konu açılmışken AKP temsilcisiyle "şeffaf" bir tartışma gerçekleştirseydi ya!

***

Rol durumu

Türkiye Kamu-Sen Tekirdağ İl Temsilcisi Muzaffer Doğan hatırlatmış Churchill'in sözünü;

"Onları (Türkleri) kurudukça sulamak, yeşerdikçe budamak icap eder."

"Türkiye'ye biçilen rol"ü tartışırken kulağınızın bir köşesinde dursun bence.

***

GÜNÜN SORUSU

-----

Bir polis memurunun ölümüne sebep olduğu -cinayet gibi- trafik kazası dolayısıyla tutuklu yargılanan Rüzgar Çetin, "sadece Sinan Çetin'in oğlu olduğu için bu muameleyi görüyor" muş!

Cengiz Semercioğlu öyle yazmış.

İnsan sormadan edemiyor:

Ehliyetini aldığı 2004'ten itibaren aldığı 28 trafik cezasının nedeni de "sadece Sinan Çetin'in oğlu olması" mıydı?

Mesela 16 Eylül 2015'te "tehlikeli şerit değiştirmekten" değil de "sadece Sinan Çetin'in oğlu olmaktan" dolayı mı ceza almıştı?

Yahut...

13 Temmuz 2006'da "alkollü araç kullandığı" için değil de "sadece Sinan Çetin'in oğlu olduğu için" mi 6 ay el konmuştu ehliyetine?

9 Ağustos 2007'de polisler ikinci kez alkollü araç kullanırken yakalandığı için değil de, "a-aa bu çocuk hâlâ Sinan Çetin'in oğlu" diye bu defa 2 yıl el koymuştu ehliyetine?

İçinden "can" geçen konuları sulandırmadan önce bir kere daha mı düşünsek acaba?

Açılımı buzdolabından tabelaya çıkardılar; memleket "çözülsün" diye zahir!

***

Yükselen sektör(!)

Tartışma programlarından sonra "FETÖ" denilen yapının TV kanallarında yayınlanan dizileri de "algı operasyonu" yaptıkları iddiasıyla mercek altında (ki malumun ilanı; söz konusu dizilerin psikolojik operasyon amaçlı olduğunu bir sağır sultan bir de aldatıldıkları için gözlerine perde inen yöneticilerimiz fark edememişti bugüne kadar)...

Ama devir krizi fırsata çevirme devri madem...

Eyyyy işsiz yeni nesil;

"Subliminal mesaj avcılığı" en revaçtaki meslek şu ara... Kadro da var!

Biraz din, tarih, felsefe, sosyoloji okumasıyla yeni bir kariyer kapısı aralayabilirsiniz pekala...

***

NOT: Yıllar sonra, çok değil 5 gün müsaade; dönüşte "iyi şeyler" yazmak üzere...

Yazarın Diğer Yazıları