Attığın taş, vurduğun kuş, düştüğün gaflet!!!.

Türkiye gibi ekonomisi allak bullak olmuş; milletin bırakın doymayı, yaşamak derdine düştüğü bir ülkede, "Ayağını yorganına göre uzat" deyimi toplumun büyük bölümünün hayat felsefesi haline getirildi...

Çünkü "hesabı-kitabı bilmeden" yaşamak neredeyse olanaksız hale geliyor bu ülkede...

İnsanlar, bırakın lüks tüketim ürünlerine yönelmeyi, "makarnayı nasıl ucuza alırım" diye market market dolaşmak zorunda kalıyor artık...

Toplumun dar gelirli kesimlerinin, asgari ücrete mahkum olanların ya da işsizlik girdabında ayakta durmaya çalışanların ekmek alırken bile üç ayrı markete fiyat soracak hale geldiği bir ülkede; bir de hesapsız- kitapsız yaşayanlar var ki, lüks otomobil ve son teknoloji telefon kuyruğuna girerken, vur patlasın- çal oynasın yaşamaya devam ediyorlar...

Çünkü siyasetten nemalanan, döviz spekülatörlüğü ile para kazanan, arsa rantı ile zenginleşen ve tefecilikle köşeye dönen yüzde 25''lik kitle, ülkenin milli kaynaklarını kaymak yercesine tüketirken, işte geriye kalan yüzde 75''i tarif ediyor "hesaplı-kitaplı yaşamak" deyimi...

Yoksulluğun işsizliği, zamların enflasyonu, sefaletin ise sosyal bunalımları tetiklediği bir ülkede, "Ayağını yorganına göre uzat"mayanların ve hesapsız-kitapsız yaşayanların nereye savrulduğunu görmek için ise bankalardaki kredi batağına ve icra dairelerindeki milyonlarca haciz dosyasına bakmak yeterli...

Velhasıl; yaşamın her alanında nasıl pervasız davranmamak gerekiyorsa, yarınların ülkeyi nereye götüreceğinin, gelecek belirsizliğin nasıl bir girdap yaratacağının kuşkulu olduğu bir memlekette "herkes" attığı adıma da çok dikkat etmeli...

Hele de, toplumun dörtte üçünün hayata tutunabilmek için çırpındığı bir ülkeyi yönetenler, ya da yönetmeye talip olanlar da memleketin "asıl sorunlarına" odaklanmalı, kahredici açıklamaları ve eylemlerinin sadece kendilerini değil, Türkiye''yi de vahamete sürükleyeceğini çok iyi hesaplamalı...

Hatalardan ders almamak!..

Hesap- kitap yapmak ve ayağı yorgana göre uzatmak ölçülerini gündeme getirmişken, asıl derdimiz sadece vatandaşın ekonomik girdapta nasıl çırpındığını ve buna karşı nasıl önlemler almaya çalıştığını anlatmak değil...

Rotasını sarsmaktan çekinmeyen siyasetin geçmişten bugüne hangi kıskaçlarda çırpındığı ve nasıl erozyonlar yaşadığı da anımsanmalı!..

"Siz isterseniz hilafeti" bile getirirsiniz diyerek tarikat ve cemaatlere kucak açan Adnan Menderes''in Demokrat Partisi''nin nereye sürüklendiğini anlatmaya gerek yok!..

Çünkü konumuz sadece dinci siyasete taviz verilmesinin hangi erozyonlara yol açtığına dikkat çekmek de değil...

Turgut Özal''ın bürokratik ahlakı yerle bir eden, "benim memurum işini bilir" şeklindeki vahim gafletinin son 35 yılda en çok tartışılan meselelerden biri haline geldiğini unutmamak gerekir...

İşte Türkiye son yıllarda da en çok rüşveti, yolsuzluğu, ihale rezaletlerini, liyakat- torpil çelişkisi içerisinde milyonlarca gencin haklarının yenilmesini tartışırken, ne bürokraside düzen kaldı, ne de toplumun devlete güveni!..

Bir de Turgut Özal''ın dış politikada adeta çöküşü başlatan, üstelik Orta Doğu''daki çıkmazların Türkiye''yi hançerlemesine yol açan "bir koyup- üç almak" şeklindeki o pervasızca yaklaşımı var ki, ağır tahribatları halen devam ediyor...

İşte ABD''nin işgaliyle iç savaş cehennemine sürüklenen Irak 25 yıldır ayağa kalkamazken, en büyük darbeyi Türk müteahhitlerinin büyük yatırımlar yaptığı ve devasa ithalat-ihracat potansiyelinin bulunduğu Türkiye yedi...

AKP''nin Suriye karşıtı politikasının sığınmacı, güvenlik ve ithalat-ihracat çıkmazlarıyla, milyarlarca dolarlık kayıplar yaratması da cabası!..

Referandum, sonuç, hesap!..

Evet; 1950''lerden bu yana partilerin-liderlerin gafletle ve dalaletle de anlatılabilecek açıklamaları ve eylemlerinin Türkiye''yi hangi uçurumlara sürüklediğinin örnekleri yukarıdakilerden ibaret değil...

Üstelik "Attığın taş vurduğun kuşa değer mi", "Ayağını yorganına göre uzat" , "hesapsız kitapsız yaşanmaz" şeklindeki deyimler sadece ekonomi ya da dış politikadaki gafletler yüzünden de gündeme gelmiyor...

Muvazzaf askerlerin, polislerin ve hakimlerin- savcıların bile bürokraside türbanla dolaştığı, üstelik türban- tesettür meselesinin zerre kadar gündemde olmadığı bir dönemde, CHP lideri Kılıçdaroğlu''nun (durup dururken) "türbana özgürlük" diye algılanan bir yasa önerisini gündeme getirmesi, bağnazlığın ülkeyi kuşattığı bir dönemde sadece parti tabanını şok etmedi, AKP''nin eline de ne yazık ki çok büyük bir malzeme verdi...

İşte Erdoğan; "pas verdi, golü attım" diye nitelendirdiği türban önerisini "Anayasa"ya sokalım" dedikten sonra, iddiasını daha da ileri götürerek, CHP liderini referanduma çağırması, hesapsız- kitapsız üretilen siyasetin bumeranga dönüştüğünün çok keskin bir sonucu!..

CHP''nin Parti Meclisi''nin ve MYK''sının da haberinin olmadığı öne sürülen Kılıçdaroğlu''nun türban önerisi, medyadaki en büyük destekçilerinin bile tepkisini çekerken, tabanda yılgınlığa yol açtı ve "laikliğin tehdit altında olduğu kaygısı"nın büyüdüğü bir dönemde, kendi ayağına kurşun sıkmaktan da ileri gitmedi...

Sormak lazım muhalefete; Erdoğan türbanın Anayasa''ya sokulmasında ya da referanduma götürülmesinde ısrar ederse sonuç ne olur acaba?..

Peki; böyle bir referandumda ülkeyi sarsacak bir sonuç çıkarsa ve "haydi hilafeti de referanduma götürelim" çağrısı gündeme gelirse, AKP''yi 20 yıldır ayakta tutan kitlelerle emperyalistler Türkiye''yi nereye sürükler, muhalefet halka nasıl hesap verir?..

Yazarın Diğer Yazıları