Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.
Ancak Atatürk deniz kuvvetlerini yeterli görmüyordu.
Boğazların güvenliği yaklaşmakta olan dünya savaşında,
ülkenin güvenliği adına ehemmiyet arz ediyordu.
Atatürk 1 Kasım 1935 tarihli meclis konuşmasında Almanlarla birlikte,
Alman ve Türk tersanelerinde denizaltı yapımına başlanacağını belirtmişti.
Aynı zamanda İngiltere’ye yeni gemiler sipariş edilecekti
Yapılan ihaleyi Almanya’nın kazanmasının ardından,
Germania Werft I. V. S. firmasına dört adet denizaltı siparişi verildi.
Bu denizaltıların ikisi Almanya’da, diğer ikisi de Hasköy Taşkızak Tersanesi’nde üretilecekti.
11 Kasım 1936 tarihinde, Ankara İkinci Noterliği’nde,
Türkiye adına Milli Müdafaa Vekili Kazım Özalp ile
müteahhit firmalardan Hollanda’nın Lahey şehrinde bulunan
N. V. İngenieurskantoor Voor Scheepsboum adına
Vagner ve Almanya’nın Essen şehrindeki Ferrostahl Aktiengeselschaft firması adına
Verner Sulc mukaveleyi imzalamıştır.
Mukaveleye göre Almanya’da yapılacak denizaltılar 20-30 ay sonunda teslim edilecek,
Türkiye’de üretilecek denizaltılar ise 40-42 ayda kızağa indirilecekti.
Türkiye’de inşa edilecek denizaltılarda çalışacak işçilerin
en az yüzde yetmiş beşi Türk olacaktı.
Anlaşmanın imzalanmasının ardından hızla denizaltıların yapımına başlanmıştır.
Almanya’da inşa edilen iki denizaltı, Saldıray ve Batıray
10 Şubat 1937’de kızağa konmuşlardır.
Ay sınıfı denizaltılardan Türkiye’de üretilen Yıldıray 9 Eylül 1937’de,
Atılay ise 14 Ağustos 1937 tarihinde kızağa indirilmiştir.
Türk Donanmasının güçlenmesinde önemli katkılar sağlayacak
bu dört adet denizaltıların isimlerini Atatürk bizzat koymuştur.
19 Ocak 1938 tarihli talimatta, Başbakan Celal Bayar’a
denizaltıların isimlerini belirtmiş ve anlamlarını izah etmiştir.
Türkiye’de üretimi tamamlanan Atılay denizaltısının kızağa konma işlemi
Haliç Tersanesi’nde yapılmıştır.
19 Mayıs 1939’da saat: 12:00’de yapılan resmî törende
başta Ordu Müfettişi Fahrettin Altay olmak üzere,
Harp Akademisi Kumandanı Ali Fuad Erden,
Vali Lütfi Kırdar ve eşi, Donanma Komutanı Şükrü Okan ve eşi ve yabancı misafirler bulunmuşlardır. Tüm şiddetiyle devam eden İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye
tarafsızlık politikasını uygulamasının yanı sıra Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni de
sıkı sıkıya uyguluyor ve Boğazın girişine döşenen ikaz sistemi loop hattını da faaliyette tutuyordu.
Aradan bir yıl gibi bir zaman geçmişti ve
sistemin yıllık periyodik kontrolünün yapılması gerekmekteydi.
Hattın kontrolünün yapılması denizaltı gemisiyle mümkündü.
Bunun için görevin yapılması için envanterdeki Atılay denizaltısına,
Genelkurmay Başkanlığı tarafından bölgeye intikal emri verildi.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın imzasıyla çekilen telgraf emrine göre,
looplar ve kablolara bağlı cihazlar kontrol edilecek,
bu işlem için viping işlemi yapılmış bir denizaltı seçilecek,
kontrol dalmış vaziyette icra edilecek ve görev karasularımız dahilinde icra edilecekti.
Seçilen denizaltı dalmış vaziyette looplar üzerinden geçerek
hattın ikaz verip vermediğini tespit edecekti.
Atılay’ın komutanı Binbaşı Sadi Gürcan ve beraberindeki 39 personel
görev yerlerine intikal ettikten sonra, icra edilecek tecrübenin esaslarını
Çanakkale Deniz Komutanından alarak hazırlıklarına başlamışlardır.
Buna göre Atılay, loopların üzerinden iki defa geçecekti.
Bir ucu Anadolu Yakası’na, diğer ucu Avrupa Yakası’na irtibatlı olan kablolar istasyonlara bağlı idiler.
İstasyonlarda görevli personel, kablolara belirli mesafede geçecek denizaltının fark edilmesini sağlayacak,
sinyali aldıklarında derhal Çanakkale Deniz Komutanlığı’na haber verecekti.
Kablo hattı 80 metre derinliğine döşenmişti.
Denizin aynı derinlik eğrilerine göre yerleştirilen altı adet kablo bulunuyordu.
Hattın üzerinden ilk geçiş periskop umkunda; 14 metre, ikinci geçiş ise daha derinden;
30-40 metrede yapılacaktı. Böylece tüm kabloların görevini yapıp yapmadığı belirlenmiş olacaktı.
Binbaşı Sadi Gürcan emri tebellüğ ettikten sonra saat 14:30’da
Atılay denizaltısına gelerek personele emrin mahiyetini tebliğ etti.
Planlandığı şekilde aynı saatte dalış emri verdi.
Arkasında ise emniyet görevi yapan Kartal isimli römork bulunuyordu.
Bu bot Atılay’ı izlemekle görevlendirilmişti.
Gemi komutanı ve diğer mürettebat temkinli hareket ediyorlardı
zira bu bölgede Birinci Dünya Savaşından kalma mayın tehlikesi bulunuyordu.
Almanya’nın da bu bölgelere uçaktan paraşütle mayın döşediği şayiaları dolaşıyordu.
Tüm bunları göz önünde bulundurarak Batı yönüne devam ederken,
saat 17:00’de tüm denizaltıyı sarsan büyük bir patlama duyuldu.
Duruma reaksiyon gösteren mürettebat yaptığı kontrolde
makine dairesinin sancak tarafında bir mayına temas edildiğini,
dairenin sağ tarafındaki iki ana kemere,
iki metre yüksekliğinde ve bir metre genişliğinde bir yarık açıldığını fark etmişti.
Patlamayla birlikte makine dairesinde görevli tüm personel hayatını kaybetmişti.
Yarıktan içeri hızla su dolmuştu.
Patlamanın ilk etkisiyle 15 şehit bulunuyordu.
Atılay omurgasının üzerine, 65-70 metre denizin tabanına oturmuştu.
Kalan 24 denizci yaşam bölgesine geçtiler ve
taban oturmuş denizaltıyı çıkarmak için harekete geçtiler.
Yapılması gereken ilk şey yüzeye çıkmak için sarnıçlara su vermekti.
Mürettebat, denizaltı komutanı Bnb. Gürcan’ın emriyle,
sağlı sollu toplam 12 adet sarnıca hava vermek için hava tüplerini boşalttı.
Ön kısımda açılan sekiz adet sarnıç havayla dolmuş,
gövde az da olsa zeminden kıpırdamıştı.
İki sarnıca daha hava verildi ve ön kısım biraz daha yükselmişti.
Gemi dik duruma gelmişti.
Biraz daha hava basıldı ancak bu gayret de denizaltının yukarı çıkmasına kâfi gelmedi.
Arkada kalan kurtarma römorku Atılay’ı takip edememiş ve Seddülbahir civarında kalmıştı.
Tüm gayretlere rağmen başarılı olunamadı.
Denizaltının içerisinde bulunan oksijen zamanla tükenmişti.
Santral dairesinde bulunan 24 asker de şehit oldular.
Atılay’ın belirlenen saatte dönmemesi ve battı şamandırasının ancak
saat 20:30 sularında tespit edilmesi üzerine
istasyon komutanı Fahir Karayel hemen harekete geçerek emrindeki diğer subaylarla birlikte
3 ve 5 no’lu gümrük motorlarına binmişler ve Atılay’ı aramaya koyulmuşlardır.
Denizaltı ile telefon yoluyla da irtibat kurulmaya çalışılmış fakat muvaffak olunamamıştı.
Durum ilgili tüm birimlere bildirilmiş ve Atılay’ın tahlisi için gerekli emirler
Müdafaa Vekaleti tarafından verilerek eldeki bütün imkanlar seferber edilmişti.
Su altı arama cihazı; Sultanhisar Muhribi, üç adet gambot; Burakreis, Aydınreis, Kemalreis,
kurtarma gemisi; Alemdar ve diğer gemiler, Kavak, Çanak, Turgutalp bölgeye sevk edildiler.
Arama-kurtarma çalışmalarına İngiltere donanmasından gemiler de katılmışlardı.
Atılay’ı bulmak için dip ve ıgrıp taramaları yapılmış ancak bir sonuca ulaşılamamıştı.
Bölge derin ve akıntılıydı.
Igrıp çalışmaları esnasında dipte bulanan antenli mayına temas edilmiş ve patlama yaşanmıştı.
Neyse ki bu olayda ölen ya da yaralanan olmadı.
Beş gün sürdürülen arama çalışmalarından hiçbir sonuç alınamamıştı.
21 Temmuz günü arama faaliyetleri sona erdirildi.
Atılay’ın enkazı bulunamadığı gibi şehit olan 39 askerimizin naaşlarına da ulaşılamamıştı.
Atılay’ın batmasının ve 6 subay, 17 astsubay, 16 er olmak üzere
toplam 39 denizcimizin şehit olmasının nedeni resmi olarak yapılan açıklamaya göre;
Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma antenli mayındı.
Bu sahada daha önce mayın temizleme işi yapılmıştı.
Çanakkale Cephesi’nde etkin bir şekilde mayınlardan faydalanılmıştı.
Hem İtilaf Kuvvetleri hem de Osmanlı ve müttefik Almanya bölgeye mayın döşemişti.
Kablonun üzerinden geçmek üzere seyreden Atılay,
güçlü bir akıntı sebebiyle mayının bulunduğu bölgeye sürüklenmişti.
Akıntının sebebi ise Karadeniz’e boşalan Tuna, Don, Dinyester gibi
birçok nehrin bu kapalı denizin tek çıkışı olan Boğazlardan Ege Denizi’ne geçmesidir.
Donanmamızın ilk göz ağrılarından Atılay denizaltısının enkazının denizin dibinde
tam 50 yıl sonra tespit edilmesi de tartışılması gereken ayrı bir meseledir.
Kaza elbette ki büyük üzüntü yaratmıştı.
Ancak basında 1-2 kez yer alması ve
günümüze kadar unutulmaya yüz tutması da işin başka bir boyutudur.
Donanma tarihinde akademik olarak ele alınmayışı düşündürücüdür.
Atılay kazasının ardından Deniz Müsteşarlığı şehit yakınlarına
yetim maaşının bağlanacağını ve tazminat ödeneceğini bildirmiştir.
Kazayı hatırlatması bakımından Gölcük’te Deniz Şehitleri Anıtı yapılmıştır.
Bu anıtın bir kanadı 4 Nisan 1953’te batan Dumlupınar denizaltısını,
diğer kanadı da Atılay’ı temsil etmektedir.
2006 yılında Gelibolu’da ziyarete açılan Şehit Denizaltıcılar Anıtı ise
Atılay dahil, Refah ve Dumlupınar denizaltı facialarında şehit olan askerler için inşa edilmiştir.
DERLEYEN: ERDEM AVŞAR
Kaynak: 1942 Atılay Denizaltı Faciası / Özgür Türkoğlu