1981 yılında Atatürk’ün doğumunun 100. yılı dolayısıyla neşrettiğim “Atatürk’ün Sovyet Politikası” kitabımdan bir nüshayı 3. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın torunlarından kıymetli meslektaşım Prof. Dr. Emine Gürsoy’a takdim etmiştim. O da okuduktan sonra, “Dedem bundan hoşlanır…” diyerek kitabı dedesi Bayar’a vermiş. Kitabı bir gecede okuyan Bayar, bendenizi çağırarak “Oğlum Atatürk’ün Sovyetlere karşı takip ettiği siyaseti çok iyi tespit etmişsin, lütfen bu sahada çalışmaya devam ediniz” şeklinde iltifatta bulunmuştu. Bu şekilde başlayan dostane ilişkiler haftada bir gün kendilerini ziyaretle vefatına kadar, yani üç buçuk yılı aşkın bir süre devam etmişti. Bir tarihçi olarak kendileriyle anlaşarak “Milli Mücadele dönemi, Atatürk’le birlikteliği, Demokrasi mücadelesi, Komünizme karşı mücadelesini ve Türkiye’yi NATO’ya katışı” konularını konuştuk ve bu mülakatı “Celal Bayar’la Son Röportaj” adı altında neşrettim. O büyük devlet adamına mülakat esnasında sorduğum sorulardan iki tanesini cevaplarıyla birlikte olduğu gibi aşağıda veriyorum:
“Efendim, Zat-ı devletlerinizin anlattığı bir yardım olayı var, Atatürk’ü ağlatan. Hindistan Müslümanları’nın (Bugünkü Pakistanlı kardeşlerimiz) getirdiği para. Bu parayı Atatürk bilahare nerede kullandı? Lütfedip anlatır mısınız?” soruma Bayar şöyle cevap vermişti:
“Bir gün Atatürk’le birlikteyiz. Kendisine bazı konularda bilgi arz ediyordum. Hindistan Müslümanlarından bir heyetin geldiğini haber verdiler. Atatürk buyursunlar dedi. Ben iznini alıp çıkmak istedim, “Otur Celal Bey” dedi. Heyet içeri geldi. Güzel bir konuşma yaptılar. Dediler ki: “İslam’ın bayraktarlığını yapmış Türk milletine karşı yapılan bu haksız hücumlar bütün İslam dünyasını olduğu gibi bizleri de çok üzmektedir. Kardeş Müslüman Türk milletinin esarete düşmemesi için verdiğiniz bu mücadelede bir ihtiyacınız olur diye Hindistan Müslümanları arasında topladığımız şu parayı sizlere takdime geldik. Lütfedip kabul buyurursanız seviniriz”.
Bayar sözlerine şöyle devam etti: “Çok saygılı insanlardı. Onların getirdiği iki yüz elli bin lirayı Atatürk alırken gözlerinden iki damla yaşın süzüldüğünü gördüm. Çok duygulanmıştı. Atatürk bu parayı Milli Mücadele yıllarında harcamıştır. Aradan yıllar geçti. Atatürk şahsına verilen bu parayı iade etmek için tasarruf etmiş, fakat getiren şahıslara ulaşmak mümkün olmamıştır. Atatürk bu parayı İş Bankası’nın kuruluşuna katkı olarak verdi, işte bu paranın geliri ile bilahare Atatürk’ün kurdurduğu Dil ve Tarih Kurumları’nın araştırmalarında kullanılmasını, hassaten Türk ve İslam dünyasının tarihini araştırmada harcanmasını istemiştir”.
“Şimdi izin verirseniz İş Bankası konusuna gelmek istiyorum. Cumhuriyet döneminin ilk bankası olan İş Bankası’nı nasıl kurduğunuzu lütfedip anlatır mısınız?”
Bayar, anlatayım dedi: “O günlerde ben İmar İskan Vekili idim. Harap olmuş ülkemizi imar için ağır bir yükün altına girmiştim. Müşkülat içinde çalışıyordum. Bir gün Atatürk’ün kayınpederi Muammer Bey bana geldi: “Atatürk, beni size gönderdi” dedi. “Atatürk’ün bir parası vardır. İki yüz elli bin lira. Bunu değerlendirmenizi istiyor, sizin fikrinizi öğrenmemi emretti” dedi. Muammer Bey’in bahsettiği para, sizlere daha önce anlattığım Milli Mücadele için Hindistan Müslümanlarının yardım olarak getirdiği o para idi. O’nun şahsına takdim etmişlerdi. Atatürk, bu parayı Milli Mücadele yıllarında harcamıştı. Sonra yaptığı tasarrufla bu parayı iade etmek istemiş, fakat parayı getiren şahıslara ulaşmak mümkün olmamıştır. Bunun üzerine Atatürk, bu parayı İş Bankası’nın sermayesinde kullanılmak üzere bana göndermiştir. Söylediğim gibi bu paranın geliri ile Türk Dil ve Tarih Kurumları’nın çalışmaları finanse edilecekti. Bunu kendisinden bizzat duydum.”
“İş Bankası’nın kuruluşuna gelince: Benim, Türklere ait olmak üzere bir bankanın kurulmasına dair inancım vardı. Yabancıların, “Türkler Banka kuramazlar, kursalar da işletemezler, istidatları yoktur” gibi sözlerini yıkmak istiyordum. Çankaya’ya gittim. Atatürk’ün odasına girdiğimde beni görünce, “Gel bakalım Celal Bey...” dedi. “Bir banka kursak nasıl olur?” Sanki benim düşüncemi okumuştu. Sözlerine devamla dedi ki “Bu iş başarılırsa sen yapacaksın, sen başaracaksın, batacaksa sen batıracaksın”. Benden bankanın kurucuları olacak olan idare meclisi azalarını seçmemi istedi. Ben de isimleri yazıp kendisine verdim. Listeyi aldı, okudu. Bana dedi ki, “Bu ukalalar nereden aklına geldi, bunları başına toplayacaksın. Bu iş başarılacaksa sen başaracaksın, batacaksa sen batıracaksın. Hiç olmazsa sana müşkülat çıkarmayan insanları al” dedi ve idare meclisini kendisi seçti.”
“İşte bankanın kuruluşu böyle olmuştur. Bu önemli bir adımdı. Yabancı bankacılar bizim Türk ticaretine pek girmek istemiyorlardı, Türk ticaret erbabı da yabancı bankalara gitmiyordu. Bunları bizzat tespit etmiştim. Bankaların tamamı ekalliyetlerin, Levantenlerin elinde idi. Böylece Türklerden mürekkep bir banka kurduk. Banka işlerinde ahlak lazımdır, çalışmak lazımdır. Öyle çalıştık ki, Avrupalılardan daha başarılı olduk. Bankada çalışan arkadaşları staj için İsviçre’ye gönderdim. Hepsi başarılı olup geldiler ve İş Bankası’nı başarı ile yürüttüler. Bankacılık çok çalışmayı ister. Biz de öyle yaptık ve İş Bankası’nı ülkemize kazandırdık. Şayet İş Bankası kurulmasaydı ve başarılı olmasaydı, Türkiye’de kolay kolay başka banka kurulamazdı. Ben bu bankanın kuruluş hikayesini etraflıca yazacağım.”
Bayar’ın, Atatürk’ün talimatıyla 26 Ağustos 1924’te kurduğu İş Bankasını başarıyla yönetmesinden sonra Atatürk, kendisini Türk ekonomisinin başına yani İktisat Vekilliğine getirmiştir ve şu açıklamayı yapmıştır: “Celal Bey’in İş Bankasını tesiste ve O’nun inkişafında gösterdiği muvaffakiyeti şimdi başında bulunduğu İktisat Vekaletinde de göstereceğine şüphem yok. Bankanın yıldönümünde bu münasebetle Celal Bey adını anmayı bir borç bilirim. İş Bankasına yeni ve daha parlak muvaffakiyetler dilerim”.
Atatürk, yukarıda açıklanan tarihi belgeler çerçevesinde uygulanması için vasiyetnamesini 1938’de şahitler huzurunda Noter’e de tasdik ettirip bırakmıştır. O büyük insanın bu vasiyetine herkesin saygı duyması gerekir. Kısaca, bu vasiyete, hangi makamda olursak olalım herkesin uyması gerekir, bilhassa Meclis üyelerinin. Atatürk’ün açtığı o Mecliste görev yapıp O’nun aleyhinde oy kullanamazsınız. Ayrıca, anayasa’nın 35. Maddesi de böyle bir girişimi yasaklamaktadır.