Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılacağını kesinlikle görüyordu. Bütün korkusu, bu yıkılışın altında Türklerin kalarak ezilmesiydi. Görünüşe göre, koskoca imparatorluğun müdafaası sadece Türk çocuklarının omuzlarına yüklenmişti. Milliyetçilik akımı dolayısıyla azınlıklar kendi menfaatlarini sağlamaya çalışıyorlardı. Ayrıca da komşu ve aynı ırktan olan devletlerle birleşmek için fırsat kollamakta idiler.
Gel gör ki Atatürk’ün bu şekilde bir muhakeme yürütmesi ve bunu hemen her yerde apaçık söylemesi, ittihatçı arkadaşlarının hiç de hoşlarına gitmiyordu. Onlar için aslolan temel görüş, Osmanlı Birliği’ni sağlamaktı, Osmanlılık’tı. Oysa, milliyetçilik akımı, Hıristiyan azınlıkların ayrılma çabaları ve yeni devlet kurma istekleri gibi sebepler dolayısıyla Osmanlıcılık mümkün değildir.
Atatürk, İttihat ve Terakki mensubu arkadaşlarına, hep bir Türk devleti kurma fikrinden söz ediyordu. Kurulmasını düşündüğü Türk Devletinin hudutlarını bile çiziyordu. O’na göre hudutlar şöyle olmalıydı: “Doğu ve Batı Trakya bizde kalmalı. Edirne kuzey sınırı Bulgaristan’a doğru genişlemeli. Arnavutluk bağımsız olmalı. Bosna-Hersek, Sırbistan ile Avusturya-Macaristan arasında adaletle taksim edilmeli. Anadolu kıyılarına yakın olan adalar Türk devletinde kalmalı, diğerleri Yunanistan’a bırakılmalı. Hatay-Halep-Musul vilâyetleri bizde kalmalı. Diğer yerler ise Araplara terk edilmeliydi, içeride kalacak Türkler azınlıklarla mübadele edilmeliydi.”
Büyük Atatürk’ün, birçok defa çeşitli vesilelerle yapmış olduğu sohbetlerde: “Eğer ben bu işin başında olsaydım Rumeli elden gitmezdi” dediğini Hikmet Bayur ifade etmektedir. Atatürk, inandığı hususları açıkça söyleyen, gerçekleri nerede, ne durumda olursa olsun pervasızca ifade eden şahsî ve medenî cesarete sahip bir insandı. Hatta bir gün, Selanik’te, Yonyo Gazinosu’nun üzerindeki küçük salonda bu konu tartışılır. Bir ara söz İran’daki hürriyet mücadelelerine intikal eder. İran’da Muzafferettin Şah’ın parlamentoyu açmak zorunda bırakılması olayına değinilir. Girit’te Venizelos’un da benzeri dava için mücadeleleri dile getirilir. Ali Fethi Okyar: “Bizde neden böyle adamlar çıkmaz?” diye bir soru sorar. Bu anda Mustafa Kemal derin bir düşünceye dalmıştır. Arkadaşlarından biri O’na, “Ben senin ne düşündüğünü biliyorum. Neden ben çıkmayayım? diyorsun” der. Bunun üzerine Mustafa Kemal: “Evet, öyle düşünüyorum. Neden, neden bir Mustafa Kemal çıkmasın” der.
Hiç şüphesiz devamlı bir lideri bulunmayan, zaman zaman lider gözüken İttihat ve Terakki ileri gelenleri bu ifadeyi hoş karşılamayacaklardı. Karşılamadılar da. Bu hal ise, onların kişisel ihtiraslarının tipik örneği idi. Sadece bu da değil. Kıskançlıkla, kendi aralarındaki tekelleşmenin de rolü olmuştur. Bir de, Mustafa Kemal’in daima akıldan ve bilimden yana görünmesinin samimiyeti karşısında, en azından gocunmuşlardır. Hele İttihat ve Terakki’nin Selanik’teki ikinci kongresindeki görüşleri ve bu görüşlerin her türlü mücadeleye rağmen kabul edilmesi O’nun birden lider olacağı korkusunu yaratmıştır.