Atatürk’e kafa tutan bir hekim: Reşit Galip

Atatürk’e kafa tutan bir hekim: Reşit Galip

Ömrünü Türk varlığına armağan eden bir hekimdi. Bu uğurda Atatürk’e bile kafa tutacak kadar cesur ve ahlaklıydı. Ne Atatürk O’nun fikirlerinden, ne de O Atatürk’ün fikirlerinden asla taviz vermedi. Atatürk tüm mal varlığını milletine bağışlarken, Reşit Galip’nde öldüğünde cebinde 5 lirası vardı. Doktor Reşit Galip, Atatürk’ün Fikir Fedaisi’ydi. Bakanlığa kadar yükseldi. Ama öncelikle bir 'Hekim'di. Yaşar Gürsoy yazdı...

1893 yılında Rodos’da doğmuştu. Ailesinin maddi durumu iyiydi. İlköğrenimini özel dersler alarak tamamladı. Zeki ve kararlıydı. Liseyi İzmir’de okudu, 1911'' de İstanbul'' da Askeri Tıbbiye’ye girdi…

Ateşli idealist bir Ülkücü

Daha lise yıllarında İkinci Meşrutiyet''in getirdiği geçici özgürlük ortamında milliyetçi, hırslı ve heyecanlı bir genç olarak dikkatleri çekmişti. O yaşlarında Meşrutiyet''in Temmuz ayında ilan edilmesinden esinlenerek ‘Ferda-ı Temmuz’ (Gelecek Temmuz), Tıp Fakültesi’nde de ‘Hakikat gazetesi ile ‘Sivrisinek’ adında bir karikatür dergisi yayımlamıştı.

Azimliydi. Fakültede Türk Ocakları''nın bir şubesini açmış, aynı zamanda öteki askeri okullardaki Ocak örgütlerinin başkanlığını yapıyordu…

Balkan Savaşının ikinci dönemine gönüllü olarak katıldı. Savaşta yaralandı ama 1. Dünya Savaşı başladığında tekrar orduya gönüllü yazıldı.

Fakülteye döndüğünde asistan oldu. Beğenmediği öğretim sisteminin yenileştirilmesi için ‘Mekteb-i Tıbbiye’ adıyla bir broşür yayımladı.

Köy hekimliğini yaygınlaştırmak için, 15 arkadaşıyla ‘Köycüler’ adında bir dernek kurdu…

İstanbul’un işgalini protesto etmek için mitinglere katıldı. Tepkisini Damat Ferit Hükümetine karşı kaleme aldığı bir bildiriyi bizzat kendi elleriyle Polis Müdürlüğü kapısına yapıştırarak gösterdi…

Fedekar doktor…

Kurtuluş Savaşı döneminde Dr. Hasan Ferit''le birlikte Tavşanlı''da köy çalışmalarına başladı, aynı zamanda Müdafaa-i Hukuk örgütünün başkanlığını üstlendi…

Sakarya Savaşından sonra Ankara''da Sağlık Bakanlığı Hıfzıssıhha Dairesi yardımcılığına getirildi…

Lozan Antlaşması gereğince, Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus değişimi düzenlemek için kurulan ortak Mübadele Komisyonu’nda görev aldı…

Mersin''de serbest hekimlik yaparken Yeni Mersin gazetesinin başyazarıydı, aynı zamanda Yeni Adana gazetesine Anadolu’nun ve Türklüğün nasıl kurtarılacağı, sağlık, kültür ve eğitim konularının nasıl çözüleceği sorunlarına ilişkin makaleler yazıyordu…

Reşit Galip, Sarıkamış''ta hasta tedavi ederken

Atatürk: “Be adam sen kimsin!”

Henüz Cumhuriyet ilan edilmemişti…
Ülkenin kalkınması için her meslek grubunun köylere eğitim götürülmesi gerektiğini savunuyordu.

Takvim yaprakları 17 Mart 1923’ü gösterirken 30 yaşındaydı, hekim olarak özel muayenehanesinde çalışıyordu.

Atatürk Mersin’e gelecekti. Evliliğinin henüz ikinci ayındaydı…
Yola çıkmadan önce huzursuzdu. Mersin’e yaklaşırken yanındakilerden bir ricada bulundu:

- Arkadaşlar, şimdi Mersin’e gidiyoruz. Karşıma mutlaka Mersin Mebusu Ziya Bey (Meclisteki İkinci Gruptan, Birinci Meclisten o güne Atatürk’e muhalefetiyle tanınmış Mersin Milletvekili Yusuf Ziya Eraydın) çıkacaktır. Ben bu adamı sevmem.
Yanıma gelmesinden sinirlenirim. Çolak Selâhaddin ile
(2 Aralık 1922’de Meclis oturumunda, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu için milletvekili olamayacağını savunmuştu) ile arkamdan söylemedikleri kalmadı.
Şimdi bir yakın dostuymuşum gibi halk karşısında, cambazlık yapacaktır. Tekrar rica ediyorum; bu adamı benim yanıma sokmamak için tedbir alın…

Atatürk ve beraberindekiler Mersin’e ulaştı, coşkuyla karşılandı.
Ziya Bey, valilik binasına Atatürk ve beraberindekilerden önce gelmişti. Ve heyet binaya girerken valilikteki görevlileri kendisi tanıtmaya başladı. Atatürk’ün iyice tepesi attı ve sesini yükseltti:

- Be adam sen kimsin? Teşrifat memuru musun? Her şeye burnunu sokuyorsun. Buranın valisi, belediye reisi vardır…

Herkes buz kesti. Ziyaret kısa tutuldu, bu kez Belediye Bahçesi’ne doğru yola çıkıldı. Atatürk yurttaşlarıyla sohbet etmek istiyordu. Mersinliler işgalden kurtuluşun zafer sarhoşluğunu yaşıyordu. Ancak, Atatürk hala gergindi. Belediye başkanı Hallaçzade Ahmet Efendi kimselere danışmadan kentteki yabancı konsolosları öğle yemeğine davet etmişti.
Oysa Atatürk sadece yurttaşlarıyla birlikte olmak istiyordu. Yemek bir anda siyasi havaya büründü. Gerginliği daha da arttı…

Yemek bitti, Uray Caddesi üzerinde yürüyüşe çıkıldı. “Türk-Arap Kardeşliği, Hemşehriniz Suriye’yi de Unutmayınız” yazılı pankartı görünce yanındakilere yorumunu aktardı:

- Türkiye, arzu eder ki Suriye de mukadderatını kendi tayin etsin.

Yürüyüş sırasında bir grup tarafından çiçekle karşılandı. Grup kendilerini ‘Arap Hıristiyan Cemaati’ diye tanıtınca gerginliğine gerginlik katıldı:

- Türk vatanında cemaat yok, vatandaş vardır, diyerek yürümeye devam etti.

Günü kötü geçiyordu. Yurttaşlarıyla buluşacağı Belediye Bahçesi’ne gelindiğinde, gözü kendisi ve Latife Hanım için ayrılan tahta bir platform üzerindeki gösterişli koltuklara takıldı. Yine kızdı:

- Bu ne maskaralık! diyerek, halkın arasında bulduğu tahta sandalyelerden birini altına çekerek oturdu.

Doktor Reşit Galip aynı zamanda özel muayenehanesi olmasının yanı sıra İl Sağlık Müdürü ve Türk Ocağı Başkanıydı. Hoş geldin konuşmasını yapmak için söz aldı:

Milli Mücadele''nin zafere ulaşmasıyla ilgili ateşli bir konuşma yaptı ve sözlerini şöyle bitirdi:

“…Sizin karşınızda, zaferlerinizden bahsetmeye lüzum var mı? Grönland’daki Eskimolardan, Afrika’nın kızgın çölleri ortasında sam yellerinden haber uman zencilere kadar herkes öğrendi…”

Atatürk’ün aklına ordu müfettişliğinden istifa ederken düşündükleri geldi:

“…Sen bu milletin yalnız kurtarıcısısın bir kahramanı değilsin, sen bunlardan daha çok büyüksün; sen bu milletin bir ferdisin. Senin en birinci büyüklüğün bu milletin bir ferdi olmakla yetinmeli ve bununla iftihar etmelisin…"

Kürsüye çıktı, Mersinlileri tebrik etti, Reşit Galip’ten övgüyle söz etti:

- Genç ve çok kıymetli doktorumuz Reşit Bey''in sözleri iki biçimde önemlidir:
Birincisi doğrudan doğruya kalbinin, vicdanının ve muhterem Mersin halkının vicdanı, ikincisi benim kalbimdeki hissiyata tercüman olmasıdır. Hakikaten muhterem doktorun dediği gibi, benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat milletin bir ferdi olarak yaşamaktır…

İlk kez tanıdığı o hekimin fikir ve sözleri saatlerdir süren asabiyetini hafifletmişti. Reşit Galip, Büyük Millet Meclisi’nin ikinci devresinde Ankara’ya göreve çağrıldı. İki yıl sonra General İzzettin Çalışlar milletvekilliğinden istifa edince ara seçimde Aydın milletvekili oldu…

İş Bankasının kuruluş yıldönümüydü. Gazi Orman Çiftliği ''nde düzenlenen törende Atatürk kendisini yanındakilere "Bu hem doktordur, hem siyaset doktorudur, hem edebiyat doktorudur ve güzel arkadaştır" diye tanıttı…

Atatürk, tartışmayı sever hatta isyan edenleri bile hoş görürdü. Fikrini açıkça söyleyenleri daha fazla severdi. Sadece, inkılâp aleyhinde söz söylenmesine ve lafebeliği yapılmasına izin vermezdi.



17 Mart 1923, Atatürk Mersin Belediye Bahçesi’nde


Atatürk’e çek yırttırttan Doktor

2 Aralık 1930 günüydü.
Atatürk, Arkadaşlarının bazılarıyla İstanbul Beyoğlu’nda gezintiye çıkmıştı.
O sırada yeni bir restoran açılmıştı. Adı Turkuvaz’dı.
Bu kelime, Atatürk’te güzel intibalar uyandırmıştı. Turkuvaz kelimesi firenk dilinde ‘Türk mavisi, boncuk mavisi, gök mavisi, yeşim taşı’ diye çeşitli Türkçe adları olan bir rengin adıydı.
Otomobiller, Turkuvaz’ın önünde durdu. İçeri girildi, halk şiddetle Atatürk’ü alkışladı. Ona bir mevki hazırlanmak istendi. O, herkesin arasında bir yeri seçti.
Restoranın sahibi Madam Vera yanına geldi, hürmetlerini sundu.

Atatürk kendisinden izahat aldı. Sonra da mekanın geliştirilmesi için tavsiyelerde bulundu. Fakat Madam Vera boynunu büktü, ‘Bunun için yeterli param yok’ demeye getirdi.

Atatürk, “Ne kadar gereklidir?” diye sordu. Madam Vera, belli belirsiz bir rakam söyledi.
Atatürk çekini istedi. Sayfayı açtı, rakamı yazarak imzaladı, çeki kopardı, ancak tam o sırada birisi elini uzattı. Elin sahibi Doktor Reşit Galip’ti. Atatürk’e eğildi:

- Bu parayı vermemelisiniz, efendim dedi.

O kararlı söz karşısında Atatürk’ün beyninde bir anda şimşekler çaktı.

Reşit Galip sözlerine devam etti:

- Bu para doğru yerine harcanmıyor, sanırım?

Atatürk: “Nereye istersem oraya sarf ederim, benim param değil mi?” dedi.

Reşit Galip sadece: “Milletin parasıdır, size emanettir” diyebildi.

Herkes büyük bir fırtınanın kopmasını bekliyordu. Atatürk’ ayağa kalktı, çeki yırtıp attı, beraberindekilere, “Saray’a gidiyoruz!” diye seslendi.


Reşit Galip: “Burası Sultan Sarayı değil, Millet sarayıdır”

Birkaç akşam sonrasıydı idi. Sarayda sofra kurulmuştu.
Reşit Galip, Türk Ocakları''nın 23 Nisan 1930 günkü kurultayında 16 üyeli Türk Tarihi Tedkik Heyeti genel sekreteriydi…

Sofrada Milli Eğitim Bakanı Esad Sagay da vardı. Eğitim öğretimden söz ediliyordu. Atatürk, herkese fikrini sormaya başladı.
Reşit Galip söz aldı, eğitimin gidişatının gayet iyi olduğunu ancak söyledi ancak eleştirilerini şiddetle dile getirdi.
Tenkitleri, kız öğrencilerin kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu kazak giymelerini doğru bulunmaması ve kadın öğretmenlerin Ankara Halkevi''nde sahneye çıkamamalarıydı. Milli Eğitim Bakanı Sagay’ı gericilikle suçluyordu.

Esad Bey, Atatürk’ün Harbiye’den hocasıydı. Hocasının üzüldüğünü görünce “Yok Reşit Galip Bey” dedi, “Ben kendi soframda hocamın bu kadar üzülmesini istemem” dedi.

Reşit Galip söze girdi:

- Beni mazur görünüz. Gerçekte burası saraydır. Fakat sultan sarayı değil, millet sarayıdır. Sofranızdaki zât da sizin hocanızdır. Fakat sultanın hocası değildir. Sizi sultan yerine koymadığım için serbestçe konuştum.

O sözler Atatürk’ü fena halde üzdü. “Sus…” dedi ve ekledi:
- Yorgun görünüyorsunuz, gidip istirahat edebilirsiniz!

Reşit Galip ısrar etti:

- Millet ve memleket meseleleri konuşulurken susamam…

Atatürk bu kez sinirlendi ve sesini yükseltti:

- Kalk sofradan!

Yerinden kalkmayınca, Atatürk hareketlendi ve sandalyesini altından çekerek, “Sen kalkmazsan ben kalkarım” dedi.

Bez peçeteyi topladı, sofradan kalkıp yürürken, aynı anda sofrada oturanlar da ayağa kalkıp gitmeye yeltendi. Atatürk bir anda geri döndü:

- Size ne oluyor? Oturun oturduğunuz yerde! diyerek salonu terk etti..

Ortalığı derin bir korku ve ağır bir hava kapladı. Herkes susmuş ve ne yapacağını düşünmeye başlamıştı. Biraz sonra Atatürk’ün yaveri içeri girdi:

- Gazi Hazretleri emrediyorlar. Kendileri olmadığı halde sofraya devam edilecektir ve kimse yerini terk etmeyecektir.

İlerleyen saatlerde sofra dağıldı, herkes evlerine döndü. Reşit Galip, o gece Dolmabahçe Sarayı’nda, bir koltukta sabahladı…
Cebinde parası yoktu. Gün ışıdığında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu''ndan ''25 lira'' borç alarak Ankara’ya döndü…

Olanlar anlatılınca, Atatürk, dolaylı da olsa Reşit Galip’in davranışını takdir etti:

- Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor…
 


Reşit Galip, Atatürk''ün sofrasında (En Sağda)
 

Reşit Galip’e kırılmıştı, uzun süre bu konuyu bir daha açmadı…
Yaşanılanların üzerinden bir yıl dokuz ay geçmişti. O süre zarfında Reşit Galip, Atatürk''ün yurt gezilerinde kendisine eşlik etmeyi sürdürdü.

Reşit Galip (Soldan2.)

Atatürk, bir akşam Reşit Galip’in ‘Halkevleri ve Devrimler’ konulu konferansını radyodan dinliyordu. Bir ara şu sözleri işitti:
“Devrimlerimiz, Türk ulusunun çektiği uzun çileler sonucu, elde edilen denemelerimizin fikir haline gelmiş kesin inancıdır. Her yerde, herkese ve her şeye karşı onları savunacağız. Gerekirse babalarımıza ya da çocuklarımıza karşı bile!”

Üniversite Reformunun mimarı

19 Eylül 1932…
Esat Sagay istifa edince yerine Reşit Galip Milli Eğitim Bakanı oldu…

26 Eylül 1932''de açılışı yapılan Türk Dil Kurumu''nun başkanı Samih Rıfat Bey hayatını yitirince, Bakanlığın yanı sıra bu kurumun başkanlık görevini üstlendi.

Dünyanın sayılı müzeleri arasına giren Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Millî Kütüphane ile İlimler ve Sanatlar Akademisi''nin kurulması Reşit Galip döneminde kararlaştırıldı…

Bakanlığı dönemindeki en büyük dönüşüm ise 1933 yılındaki Üniversite Reformu oldu.
(İstanbul Darülfünununun çağdaş bir üniversiteye dönüştürülmesi kararı 1931’de verilmişti. Kararın uygulaması Reşit Galip''in bakanlığı sırasında gerçekleştirildi. Yeni öğretim kadrosunun belirlenmesini O üstlendi. Kadro oluşturulurken 150''ye yakın müderris ve müderris yardımcısının görevlerine son verildi. Yerlerine, Hitler’in zulmünden kaçan Alman biliminsanları getirildi.)



‘Andımız’ın yazarı

Tıp ekimiydi. Ancak gerçek bir ülkücüydü. Kalkınmanın eğitimle olacağına, o eğitimin çocuklara aşılanmasıyla gerçekleşeceğine inanıyordu.

Cumhuriyet 10. yılını doldurmak üzereydi.
Kendi kaleme aldığı ve 23 Nisan 1933 sabahı tüm okullarda sabah okutulacak metni halkına sundu:

"Güzel yüzlü, güzel özlü Türk yavruları!.
Size bugün şu işi veriyorum. Bayram biter bitmez, mekteplerinize döndüğünüzde ilk günden başlayarak birinci derse girdiğiniz zaman sınıflarınızda hep birden ve her gün şu sözleri tekrarlayacaksınız:


Türküm, doğruyum, çalışkanım.
Yasam: Küçükleri korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir.
Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun!"


Dr. Reşit Galip

İstanbul Üniversitesi''nin kuruluşuna dair kanun 31 Mayıs 1933''te TBMM''de kabul edildi. O tarihten altı hafta sora Reşit Galip iki haftadır süren rahatsızlığını önere sürerek istifa etti.
 


Dr. REşit Galip, eşi Zübeyde Hanım ve üç kızı

Hazin bir ölüm…

1934 yılının Şubat ayında İstanbul’a gelmişti.
Vaktini eşi Zübeyde Hanım ve çocuklarıyla geçiriyordu.
Kalamış sahilinde ailecek sandalla deniz gezisi yapıyorlardı.
Bir ara kızı denize düştü. Onu kurtarmak için düşünmeden buz gibi soğuk suya atlayan Dr. Reşit Galip o akşam ateşlendi. 20 yıl önce Sarıkamış’ta yakalandığı akciğer rahatsızlığı zatürreye dönüştü…

Kendi isteğiyle Ankara’ya getirildi.
Keçiören''deki evinde yüzlerce kitabın ve küçük bir karyolanın bulunduğu bir odaya kapandı. Hasta hasta, okudu, okudu, okudu…

5 Mart 1934 günü kalbi ona kendisine bahşedilen sürenin sona erdiğini söyledi.
41 yıllık kısacık ömründe çok şeyler başardı…
Öldüğünde yüzlerce kitap kendisine saygıyla eğilirken, cebinden sadece 5 lira çıktı.
Krediyle aldığı evin parasını dahi ödemeye fırsat bulamamıştı.

 

Kaynak:
Hasan Rıza Soyak, Atatürk ''ten Hatıralar
İsmet Bozdağ, Atatürk''ün Sofrası
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi
Aybars Ergün, Atatürk''ün Söylev ve Demeçleri II
Şerafettin Turan, Reşit Galip’in Atatürk’e Yakınmaları
Yener Oruç, Atatürk’ün Fikir Fedaisi
Damar Arıkoğlu, Hatıralarım–Milli Mücadele
Yeni Mersin Gazetesi
Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923
mustafakemalim.com
isteataturk.com
turkishmews.com
 

İlgili Haberler