ATATÜRK’ÜN ALMANYA SEYAHATİ (06 Temmuz 2014)

ATATÜRK’ÜN ALMANYA SEYAHATİ (06 Temmuz 2014)

Hiç olmazsa Türkiye’de hakikati görmüş olanların mevcudiyetine inanacaktır

Ben sigaramı yaktıktan sonra Hindenburg’u bıraktım, İmparator ile konuşan Vahdettin’in yanına gittim:
- Hakikati anlıyor musunuz? diye sordum. Muhatabınız Almanya İmparatoru’dur. Benim size arz ettiğim endişeleri izah edecek bir tek kelime söyledi mi?
- Hayır! dedi.
- Konuşmaya devam ediniz, dedim ve ciddi konuşunuz; bütün endişeleri İmparator’a söylemekte tereddüt etmeyiniz; ben eminim ki, o sizden memnun olmayacaktır. Fakat hiç olmazsa Türkiye’de hakikati görmüş olanların mevcudiyetine inanacaktır.
Veliaht, masum bir tavır takınarak:
- Öyle yapıyorum dedi."
Veliaht ve beraberindekilere cephedeki birlikleri gezdirerek Alman ordusuna güvenlerini artırmak için bir program hazırlanmıştır. Büyük bir karargâha gidilir, burada Alman Komutanı, Veliaht’a, gayet güzel hazırlanmış, renkli haritalar üzerinden birliğinin durumunu parlak sözlerle açıklar. Bu güzel açıklamayı dinleyen Veliaht, Mustafa Kemal Paşa’ya usulca: "Ya buna ne dersin?" der.
Atatürk: "Durumu yerinde, arazide, görmek istediğinizi" söyleyiniz cevabını verir.
Cepheye giderler. Orada da kendileri için önceden hazırlanmış bir gezi planı ile karşılaşırlar. Atatürk: "Bu planı bırakalım ve benim göstereceğim yere gidelim" der. Bunun üzerine olayların gelişimini Atatürk, anılarında şöyle anlatıyor:
"O anda bir kargaşalık oldu. Vahdettin, hazır krokiye tâbi, sevk olunduğu istikamette yürüdü. Bende bir asker inadı uyandı. Onları takip etmedim. Edinmiş olduğumuz haritanın delâletine güvenerek ateş hattının bir noktasına yürüdüm ve ateş hattı gerisinde bir ağacın dibine geldim. Orada genç bir zabit ağaç üzerinde tarassut (gözetleme) yapıyordu. Bana refakat eden Alman zabitleri de vardı. Tarassut yapan zabit aşağı indi. Meşhudatını (şahit olduklarını, yani gördüklerini) anlattı.
- Müsaade eder misiniz, ben de bu ağaca çıkayım dedim.
- Hay, hay!
Cevabını verdiler; çıktım, zabitin söylediklerini aynen gördüm. Fakat asıl mevzubahis olmak lâzım gelen nokta, bu müşahade olunan vaziyete karşı olan vaziyetti; onun için sordum:
- Bu düşman vaziyeti karşısında kuvvetiniz, tertibatınız, ihtiyatlarınız nedir, lütfen bana söyler misiniz?
Ateş hattının saf olan zabitleri ve kumandanları, Türk müttefiklerinin bir kumandanına hakikati söylediler. Hakikat şu idi: Piyade kuvvetler hemen hemen gayrı kâfi dereceye gelmişti. Süvari iken piyade gibi istimale mecbur oldukları bir kuvvetten bahsettiler; o da birinci hattın istinatlarından sonra ihtiyat denecek keyfiyet ve kemiyetten (nitelik ve nicelikten) çıkmıştı. Bu malumatı aldıktan sonra, çok mütehayyir olarak (hayrete düşerek) kendilerine biperva (çekinmeden) dedim ki:
- O halde tehlikedesiniz!
- Öyle... Dediler."
(Devam edecek)