ATATÜRK VE TÜRK KADINI (08 Ocak 2013)

ATATÜRK VE TÜRK KADINI (08 Ocak 2013)

ATATÜRK VE TÜRK KADINI

Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir


Bugün, Türk kadınının sahibi olduğu için övündüğümüz, "Atatürk Kadın Reformu"nu Atatürk’ün konuşmalarında ortaya koyduğu "ilke"lere göre başlıklar altında inceleyelim:
I. Atatürk’ün "Kadın ve Türk Kadın Haklan" Anlayışı:
Atatürk’ün kendine özgü bir "kadın" anlayışı vardır. Bugün dünya aydınlarının birleştiği ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın yaymaya çalıştığı ileri düzeydeki görüşe daha o zamanlar sahip bulunmaktadır.
1923’te İzmir’deki konuşmasında şöyle der: "Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir."
Mustafa Kemal’in Türk kadını hakkındaki kanıları çok gerçekçidir. Kuşkusuz ki, kadın konusunda eylemleri bu görüşlere yaslanmaktadır. Ancak, konuya girişim noktası çok dikkat çekicidir. Ondaki Türk kadını için yerleşmiş olan en kuvvetli fik-rin "Türk Kadınının dünya kamuoyunda yanlış, hem de çok yanlış tanıtıldığı" meselesi olduğu anlaşılıyor. Eylemlerinin plânlama ve uygulamasında bu acı gerçeğin verdiği duygu ve görüşlerin büyük etken olduğunu görmekteyiz. O, bu yanlış imajı değiştirme mücadelesi ile beraber, Türk kadınının bilim, ahlâk, sosyal konular ve ekonomik hayatında hemen erkeğin yanısıra eşit koşullarla yer almasını istemektedir. Bunu gerçekleştirecektir.
Atatürk’ün, reformları yaptığı bu dönemde Türk kadını ve onun hakları üzerinde görüşlerini ifade eden ilginç başka konuşmaları da olmuştur.
1923’te der ki:
"Bizim sosyal topluluğumuzun başarısızlığının sebebi, kadın-larımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşa-mak, demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir".
Ekim 1925’te şöyle der:
"Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır sıklette değil, ahlâkta, fazilette ağır, vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk’ü zihniyetiyle, pazusuyla muhafaza ve müdafaya kadir nesiller (kuşaklar) yetiştir-mektedir. Milletin menbaı (kaynağı), hayat-ı içtimaiyenin (sosyal yaşamın) esası olan kadın, ancak faziletkâr (erdemli) olursa vazifesini ifa edebilir. Herhalde kadın, çok yüksek olmalıdır. Burada Fikret merhumun cümlece malûm olan bir sözünü hatırlatırım :
"Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer."
Yine Mayıs 1925’te der ki:
"Kadın denilen varlık bizatihi (kendisi) yüksek bir varlıktır. Onun yoksulluğu olmaz. Kadına yoksul demek, onun bağrından kopup gelen bütün beşeriyetin (insanların) yoksulluğu demektir.
Eğer beşeriyet (insanlık) bu halde ise, kadına yoksul demek reva görülebilir (yakıştırılabilir). Hakikat bu mudur? Eğer kadın, dünyada çalışan, muvaffak olan, zengin olan, maddi ve manevi zen-gin insanlar yetiştirmiş ise, ona yoksul sıfatı verilebilir mi? Veren-ler varsa onlara nankör denilse, doğru olmaz mı? Türkiye anlamınca kadın, bütün Türk tarihinde olduğu gibi, bugün de en muhterem mevkide, her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir mev-cudiyettir." (Devam edecek)