Kararan ufuklar...
Ufuklar simsiyah kararmıştı. Bir yanda Fransa, İngiltere, ve Rusya’nın kurdukları büyük blok bunun karşısında Almanya’nın önderi olduğu "merkezî devletler" bloku yalnız yaşayamamak endişesini taşıyan Osmanlı İmparatorluğu, bu cephelerden birine katılma zorunluğunu duyuyordu. Fransa, Suriye ve Arabistan’ı; İngiltere, Musul ve Bağdat’ı; Rusya, Doğudaki illerimizi ele geçirmek peşindeydiler. Böyle bir dönemde Alman diplomasisi daha becerikli ve daha etken davranıyor, nerdeyse bizi bağrına basacak izlenimini uyandırıyordu. Aslında yalnız kalmamak korkusunu taşıyan Osmanlı İmparatorluğu, daha maharetli davranan Alman blokuyla kader birliği etmeyi şerlerin ehveni saymıştı. Ne çare ki bu şer de ehven değildi. Almanya da genişlemek, yayılmak peşindeydi. Bunun ilk etabı olarak "Berlin-Bağdad mihveri"ni oluşturmayı plânlamıştı. Fakat başarılı olduğu takdirde plân bununla yetinmeyecekti. Bağdat, Almanlar için bir sıçrama tahtası olacaktı ve İngiliz emperyalizmiyle yarışma, Hindistan üzerinde olacaktı. Osmanlı İmparatorluğunun kendisine platonik gibi görünmüş olan Alman blokuna yaklaşmasının bir sebebi de politik ve coğrafî kaderde bir ortaklığın mevcut olmasaydı. Biz asırlardan beri Doğudaki büyük tehdidin baskısı altındaydık. Zamanla genişleyen Rusya, Avrupa’yı ve bu meyanda Almanya’yı tehdit etmeye başlamıştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kararında pek göze görünmeyen, fakat nihaî bir rol oynamış olan önemli bir faktör daha vardı: Başta Enver Paşa olduğu halde, İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri Almanya’nın yenilmezliğine inanmışlardı.
Hürriyet inkılâbını başarmış olan Türk ordusu, o dönemde siyaset çukuruna saplanmış bulunuyordu. Subaylar askerî görevlerinden ziyade, siyasî partilerde hâkim yerler elde etmeye koyulmuşlardı. Bunların başında gelen Enver Paşa, Harbiye Nazırlığını yani fiilen ordumuzun başkomutanlığını ele geçirmişti. Siyasî nüfuzunu artırmak ve "Âlem-i İslam" ütopyasında nüfuz kazanmak için bir de halife ve padişah damatlığını elde etmiştir. Böylece fiilen bütün iktidarı elinde toplamıştı. O kadar ki bir emrivaki halinde memleketi Cihan Harbine sokarken ne hükümete ne de İttihat ve Terakki genel merkezine haber vermek lüzumunu duymuştu.
Türk ordusu 4 sene
kahramanca çarpıştı
Bütün bu durumları uzaktan gören ve memleketin içine düşmekte olduğu uçurumu anlayan bir kişi vardı: Sofya elçiliğimiz Askerî Ataşesi Yarbay Mustafa Kemal. Mustafa Kemal, başlıca ordular gibi Alman ordusunu da yakından biliyor ve bu ordunun yenilmezliğine inanmıyordu. Üstelik, Fransa ve İngiltere’nin sahip oldukları maddî potansiyeli de çok yakından biliyordu. Onun hesaplarına göre harp Türkiye için daha o günden kaybedilmiş bulunuyordu. Sonraki olaylar gösteriyor ki Mustafa Kemal kaybedileceğine inandığı bu harpten sonra memleketin kaderi üzerinde düşünmeye ve hazırlanmaya, o günden başlamıştır.
Bu vahim şartlar altında Türk ordusu, cibilliyetine yakışır bir şekilde 4 sene kahramanca savaştı.