ATATÜRK VE MECLİS -19-

ATATÜRK VE MECLİS -19-

Yeni Türk milliyetçiliği dil, tarih ve lâiklik odaklarına dayanmalıydı

Mustafa Kemal’in bu fikir ayrılıklarına karşı sert bir tepki gösterdiği söylenemez. Ama o, tarihin sesini alan adamdır. Ve kendisini tarihî bir görevle sorumluluk altında hissediyordu. Bu sebeple devrim atılımları zorunluydu, bunlar radikal olmalıydı ve kabil olduğu kadar kısa bir zamana sıkıştırılmalıydı. Fikir ayrılıkları bu mükellefiyetin karşısına çıktığı zaman Mustafa Kemal’in müsamahası da sona eriyordu. Bu yüzden Millî Mücadele’ye beraber başladığı, çok sevip, takdir ettiği bir kısım arkadaşlarından ayrılmayı kader ve tarih zorunlu hale getirmişti.
Mustafa Kemal’e göre yeni Türk milliyetçiliği dil ve tarih ve lâiklik odaklarına dayanmalıydı. Onun bu husustaki görüşlerini fazla radikal bulanlar da ayrı bir muhalefet grubu teşkil ediyorlardı. Fakat asıl ve sürekli muhalefet lâikliğin anlaşılışındaydı. Atatürk, lâiklikten şunu anlıyordu: Dinle siyaset birbirinden kesinlikle ayrılmalıydı.
Muhaliflere göre ise din siyasete de rehber olmalıydı.
Birçoğu tarihî kökenlerden gelen ve bugün de nice beyinlerde izleri görülen bu tartışmalarda Mustafa Kemal’in tutunduğu tavrı Meclis’teki kendi konuşmalarından nakledelim:
I. Meclisin büyük eserleri
23 Nisan 1920’de ilk toplantısını yapan ve adı Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak tarihe geçmiş olan Millet Meclisi’nin bir numaralı kararı şöyledir;
"Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu kere intihab(seçilen) edilen azalarla İstanbul Meclis-i Mebusanı’ndan iltihak eden azalardan müteşekkil bulunmasına karar verildi".
Daha bu ilk toplantıda İstanbul’dan gelecek olan mebusların kabul şartları üzerine bazı tartışmalar geçmişti. Fakat sonunda işgal edilmiş olan İstanbul’dan çıkıp Ankara’ya gelebilen bütün mebusların Meclis’e kabulü kararlaştırıldı. Asıl tartışma bu yeni Meclis’in mahiyeti üzerinde olur. İstanbul’dan gelen mebuslar arasında bulunan bir hukuk profesörü (Celâlettin Arif) bu Meclis’in meşruiyeti için bir kanun mesnedine dayanması lüzumunu ileri sürmüştü. Bu zata göre Türk mevzuatında bununla ilgili bir hüküm yoktu. Ancak Fransız Anayasası’nda bulunan bir hükümden faydalanılabilirdi. Buna göre memleket işgal altına alınır ve Meclis zorla kapatılırsa kurtulabilen mebuslar bir araya gelerek meşru bir meclis teşkil edebilirlerdi. Bir takım samimî muhafazakârlara göre böyle bir meclisin meşru olabilmesi için Müslümanların halifesi ve milletin padişahı olan zatın muvafakatını almak gerekirdi. Atatürk görülmemiş bir maharetle bu gibileri yatıştırmayı bildi ve dedi ki "İstanbul şeraitinin, Padişah ve halife ile ne alenî ne de hususî ve mahrem temasa müsait olmadığını izaha çalıştım. Böyle bir temasla ne anlamak istediğimizi sordum ve milletin istiklâl ve tamamiyetini temin için çalışmakta olduğunu haber vermek için de buna hacet yoktur. Padişah ve halife olan zatın da bundan başka bir şey düşünmelerine imkân var mıdır?