Antikapitalizm için de aynı şey söylenebilir. Sovyetler’de antikapitalizm, sadece kapitalist denen bir zümreye karşı olduğu halde Türkiye’de, sosyal karakterdeydi.
Birinci Meclis’teki fikir tartışmalarının bir odağı da, Batı dünya görüşü noktasındaki ayrılıklardı. Meclis’in önemli bir kısmına göre Batı’ya yöneliş "bizi biz olmaktan çıkaracaktı". Onlara göre Batı dünya görüşü insanlığın değil, bir iki Batı memleketinin malıydı.
Bugün dahi sürmekte olan bu tartışmaya açıklık kazandırabilmek için şunu söylemeliyiz: Batı dünya görüşü bir çağdaşlaşma olayıdır. Bu görüşün yapısında şu unsurlar bulunmaktadır.
1- Kadim kültürlerin izleri;
2- Bu kültürleri bir arayış ifade eden Rönesans hareketi;
3- Büyük Fransız İhtilâli’yle ortaya çıkan, fakat dünyanın malı olacak olan özgürlük ve eşitlik ilkeleri;
4- XIX. yüzyılın başından itibaren zaferden zafere, fetihten fetihe koşmakta olan müspet ilimler.
İşte, bunların toplamına çağdaşlık veya Batı dünya görüşü denmektedir. Atatürk ve ona paralel düşünenler için bağımsızlığımızı kazansak bile çağdaşlaşmadan, o zaferi korumak mümkün değildir. Oysa karşı grup bundan çekiniyor. Türklüğümüzün ve Müslümanlığımızın bu fikirden zarar göreceğini sanıyor, bunlar en tehlikeli çıkış olarak Batı’dan müspet ilimlerin alınmasını gereksiz karşılıyorlardı. Onlara göre andığımız ayet bütün müspet ilimlerin Kur’an’da aranması gereğini doğuruyordu. Bazı gruplar daha da ileri gidiyorlardı. Meselâ Mevlânâ’ya göre ilim iki türlüdür. Birisi insanın sağlığında elde edebileceği bilgiler ki Mevlânâ bunlara maddî bilgiler diyor. Ona göre bu bilgiler aldatıcıdır, bir değeri yoktur. Asıl bilgi manevî ve ilahî olandır ki bu ancak öldükten sonra elde edilebilir.
İşte, bütün bu görüşlerin tabiatıyla Birinci Meclis’te yankılanması vardı. Hemen söylemeliyiz ki bu fikir ayrılıkları Birinci Meclis’in şahsiyetine ve kutsallığına ve mebusların iyi niyetine bir gölge düşürmemiştir. Bir ihanet bahis konusu değildi. Sadece engin bir tarihe malik olan bir milletin fertlerinde yerleşmiş fikir ve müşahadelerin bir iziydi bu. Muhafazakâr zihniyette olanlar, hızlı bir çağdaşlaşmanın karşısında yer alıyorlar ve "mukaddesatı muhafaza" grubunu meydana getiriyorlardı.
Meclisteki muhalefetin bir kaynağı da şuydu:
Mustafa Kemal, tarihimizin en büyük başarısına erişmişti. Düşmanı yenmiş, yurdu kurtarmış, tam bağımsızlığı sağlamış, kapitülâsyonları ortadan kaldırmıştı. Bu muazzam başarılarda elbette büyük Meclis’in, özellikle önderi olan Mustafa Kemal’in şeref payı büyüktür. Bazı milletvekilleri bir insan için erişilmesi güç olan bu şerefli başarıların bir dikta rejimine götürmesi endişesi taşıyorlardı. Bir kısım muhalefet grupları ana grup olan Müdafaa-i Hukuk’a karşı zıt gruplar kuruyorlardı. Onların bir dayanağı daha vardı. O da Müdafaa-i Hukuk’un ve ondan doğmuş olan Halk Partisi’nin bir tatbikat programı bulunmamaktaydı. Onlar böyle bir program hazırlamak ihtiyacını ileri sürüyorlardı. Bu yüzden muhalefet ediyorlardı.