Atatürk Abdülhalim Çelebi’nin halısını neden satın aldı
Yaveri Muzaffer (Kılıç) ile Ulus’taki Samanpazarı’na geldi. Üç beş dükkândan biri Ali Efendi isimli bir kitapçıya aitti. Kitapçı dükkânının kepenklerinde, güzel bir halı asılıydı. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankara’da, böyle güzel bir şey görmek çok şaşırtıcı olduğu için, bu halı dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indi. Kitapçı birden karşısında görünce, “Buyurun Paşam...” diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu.
“Halı ne kadar güzel! Ne için durur burada?”
“Bu halı bir müşterimin Paşam. Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok.”
Sahibini merak etti.
“Çok kıymetli bir halı olsa gerek. Sahibi nereden aldı acaba?”
Ezile büzüle, “Paşam, emanet veren isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler, müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim” dedi.
Bu kez daha da meraklandı; ısrar etti.
“Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz.”
“Paşam 40 lira istemişlerdi...”
Sahibinin ismini yine duyamayınca daha da ısrar etti ve yanıtını aldı:
“Abdülhalim Çelebi Hazretleri’nin, Paşam...”
Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin on dokuzuncu kuşaktan torunuydu. Babası Konya Mevlana Dergâhı postnişini Abdülvahid Çelebi’nin 1907’de vefatı üzerine aynı dergâhta postnişin olmuştu.
Konya Mevlevi Asitanesi’nin son postnişini, aynı zamanda Konya milletvekiliydi. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli hoşsohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.
Aldığı yanıt karşısında duygulandı. Yaverine dönerek emir verdi:
“Efendiye 40 lira ver çocuk.”
Halı asılı olduğu yerden indirilip paketlenirken, “Evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama kapısını kimseye kapamıyor” diyerek Abdülhalim Efendi’yi övdü. Ayrılırken kitapçıya seslendi:
“Bana bak, halıyı biz alıyoruz fakat halıyı Abdülhalim Efendi’nin evine yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz...”
Akşam eve gidildi. Eve girdiğinde halıyı, kapı arkasında paketli olarak gördü. Minderlere oturuldu. Kahveler yudumlanırken Abdülhalim Efendi söze girdi:
“Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım.”
Yaverine göz işaretiyle halının açılmasını emretti:
“Abdülhalim Efendi, halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz. Lütfen halı yere serilsin...”
Evden ayrılırken Abdülhalim Efendi bir kez daha ısrarcı oldu:
“Paşam, eğer müsaadeniz olursa halıyı...” diyecek olurken, elini omzuna koydu, sözünü kesti:
“Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz.”
Yaşar Gürsoy