Atatürk 30 Ağustos'u anlatıyor (07 Eylül 2017)

Atatürk 30 Ağustos'u anlatıyor (07 Eylül 2017)

Sakarya kavgamıza, mermilerimizin çoğunu Mehmetçiğin karısı taşımıştır

8-

Nihayet içlerinden birisi kalkıp da:

-"Efendim, bizim şu kadar katırımız ve şu kadar devemiz olsaydı bu yapılabilirdi..." kabilinden bir hezeyan savurunca dayanamayarak yumruğumu masaya vurdum ve

-Efendim dedim, bu taarruzda zafer ihtimali yüzde yirmi beş değil, yüzde yetmiş beştir. Filvaki, bizim muarızlarımızın istedikleri miktarda katırımız veya devemiz yoktur amma, ben Mehmetçiğin mücadele gücünü, dünyanın başka hiç bir mahlûkuyla mukayese edemem... O Mehmetçik kavgayı sevdiği zaman deveden çok fazla yol yürüyerek ve o deveden çok daha fazla aç kalarak dövüşür. Hem unutmayın ki Sakarya kavgamıza, mermilerimizin çoğunu Mehmetçiğin karısı taşımıştır.

Muarızlarımıza göre, düşmanın tel örgüleri varmış. Bunu söyleyenlere hatırlatırım ki Mehmetçik sahiden hırsa gelince, yumruklarıyla telleri değil, demirleri paralamıştır...

Benim bu sözlerim üzerine rahmetli Kara Vasıf;

-"İyi ama efendim, Ankara ile İzmir arasındaki 800 kilometrelik mesafeyi alırken askeri neyle besleyeceğiz" demezler mi.

Tahmin buyuracağınız gibi ona, mesafeyi ölçerken pergeli herhalde yanlış tutmuş olduğunu söyledim. Zira belliydi ki muterizlerimiz, bizim taarruza Ankara'dan değil Afyon'dan başlayacağımızı bile hesaplayamayacak kadar gaflet içerisindeydiler.

Mamafih(bununla birlikte) insafla itiraf edeyim ki kendisine;

-Vasıf Bey... Şimdi harman mevsimidir. Şimdi köylünün elinde her şey vardır. Onlar, kendi ordularını, fırınlar dolusu ekmekler çıkararak, sürülerle kurbanlar keserek ve çuvallar dolusu üzümler sağlayarak karşılayacaklardır. Bu kavga, başka orduların, başka şartlar içinde yaptıkları kavgalardan hiç birisine benzemez. Bunun içindir ki bu kavgada bizim iaşe menzilimiz, tarihin klasik harplerinde görülen ordularınki gibi gerimizde değil, ilerimizdedir.

Dediğim zaman Kara Vasıf'ın gözleri yaşarmıştı.

Ve çok şükür, şimdi adını anmak istemediğim o muarızımızın hâlâ

-Bize deve lazım... Bize katır lazım...

Deyip durmasına rağmen taarruz kararımız Heyeti Vekile ekseriyetinin tasdikine kavuştu.

Ötesini biliyorsunuz, çok şükür zafer tarihlerde okuduğunuz şekilde kazanıldı. Fakat tuhaf değil mi? Afyon'un sukut ettiğine, dürbünleriyle bakmadan inanmayanlar ve bu meyanda bilhassa bize;

-Efendim bu işe deve lazım. Bu iş devesiz olmaz... diyen zevat;

-Aşkolsun... İyi oldu. Fakat siz yoruldunuz, artık işin ötesini bize bırakın. Tek siz biraz dinlenin de, alimallah biz İzmir'e gireriz. Demezler mi?

Fakat müsaadenizle, biz henüz layıkıyla sağlanmış saymadığımız bu şerefi, onlara emanet edemezdik. Bunun içindir ki orduyu Mustafa Kemal'le beraber Afyon'dan İzmir'e kadar adım adım takip ettik.

Şimdi o yolda bazen buğday, bazen de üzüm çuvalları üzerinde, ikişer saat kestirerek geçirdiğimiz geceleri hatırlıyorum.

Hatta bu saatlerden birisinde, üzerinde uzandığı çuvalın deliğinden aldığı bir avuç üzümü ağzına atmadan evvel, koca Mustafa Kemal'in gülerek:

-"Paşam şu hayatın cilvesine bak, aslanlık edelim derken, farelere döndük. Çuval deliğinden üzüm çalıyoruz" dediğini, o yolculuğumuzun en şirin nüktelerinden biri olarak hatırlarım... Fakat inanın bana, ömrümde hiçbir başka yatağın rahatı beni, o üzüm çuvalları üzerinde çekilen muzaffer uyku kadar mesut etmemiştir.(BİTTİ)