Atatürk 14 Mayıs 1919 günü ne yaşadı?
Ülke işgal altındaydı…
Sadrazam Ferit Paşa, Bahriye Nazırı Avni Paşa’ydı.
Samsun’a Ordu müfettişi olarak gidecekti.
Atatürk kafasında kurduğu işi yapmak için artık daha etkin olmaya başlamış, hükümet yetkilileriyle sık görüşür olmuştu.
Ülkeyi kurtarma planının düğmesine basmıştı. Bahriye Nazırı Avni Paşa’yı ziyarete gitti.
Yanında yaveri Cevat Abbas vardı; ziyaret öncesi telefonla randevu almıştı.
Avni Paşa telaşlıydı.
Aslında böyle bir görüşmeyi istemiyordu. Çünkü araları iyi değildi.
Makama girdiklerinde Atatürk’ün ilk gözüne çarpan Avni Paşa’nın her zaman olduğu gibi evinden sefertası ile getirttiği yemeği yemesi oldu.
Atatürk kendisini o durumda görünce, paşa biraz telaş etti. Atatürk, nezaket gösterdi:
“Paşa, rahat olunuz ve yemek yemeğe devam buyurunuz.”
Avni Paşa yemeğini yemeği sürdürdü. Atatürk bir süre Avni Paşa’nın yemeğini bitirmesini bekledi.
Nihayet sefertasları kalktı, Avni Paşa peçetesi ile ağzını sildi ve hemen ardından kibirli bir tavırla, “Görüyor musunuz, ben ne oldum? Ve şimdi sen ne durumdasın? Sanırım, gerçekleri gören kim imiş anlıyorsunuz?
Atatürk yanıtladı:
“Elbette sizsiniz. Fakat korkarım gördüğünüzün gerçek ufukları çok dar olmasın, işte benim endişem budur. Dilerim ki senin ve arkadaşlarının, Osmanlı İmparatorluk hükümetinin görüşleri de seninki gibi dar olmasın.”
Avni Paşa kibirli üslubundan vazgeçmedi.
“Sen beni küçük, aciz gördün ve hizmetimden aldın. Fakat imparatorluk hükümeti beni takdir etti. İşte bak, bahriye nazırı makamına getirdi.”
Atatürk hafiften gülümseyerek, “Affedersiniz, gerçekten siz gerçekleri benden daha iyi gören bir adam imişsiniz. Yalnız sizden bir ricam var. Beni Osmanlı hükümetini oluşturan kişiler ile tanıştırır mısınız?” dedi.
Aldığı yanıt, “Evet, tabii.” oldu…
O günün akşamı Bahriye Nazırı Avni Paşa, Atatürk’ü Şişli’deki evine gitti.
Sohbet başladı. Bir ara Avni Paşa, “Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey sizinle yakından tanışmak istiyor. Buraya gelmek istiyor. Getireyim mi?”
“Derhal! Beraber teşrif buyurunuz.”
Avni Paşa gitti. Kısa bir süre sonra Mehmet Ali Bey’le beraber geldi. Atatürk her ikisini çalışma odasına davet etti. Karşılıklı konuşmaları başladı:
Mehmet Ali Bey: Kemal Bey, sen İttihatçı mısın?
Mustafa Kemal: Evet, ben İttihatçıyım.
Mehmet Ali Bey: O halde sizinle anlaşmamızın ihtimali yoktur.
Mustafa Kemal: Yok, yanlış anlıyorsunuz. Ben İttihatçıyım demekle bütün Türk ulusunun birliğini ve onun tek ülküye taptığını söylemek istiyorum.
O konuda uzlaştılar. Mehmet Ali Bey, “Arkadaşlarıma müjdeleyeceğim. Siz bizim için korkunç olmaktan ziyade yararlanılır bir kişiliksiniz.” dedi ve ekledi, “Yarın zat-ı âlinizi Serkl Doryan’da bir öğle yemeğine davet edebilir miyim?”
Daveti kabul etti…
Ertesi gün
Sofra dört kişilik idi. Sağda Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Bey, solda Bahriye Nazırı Avni Paşa, ayrıca Atatürk’ün karşısında oturacak boş bir koltuk vardı.
Mehmet Ali Bey oturduğu salonun kapısının solunda oturan birini gösterdi:
“Bu kişi bizim çok sevgili ve kıymetli arkadaşımız Posta ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit’(Karay)dir. İzin verir misiniz, zaten onun için hazırlanmış bu yere o da gelsin?” dedi.
Atatürk yanıtladı:
“Benim sofram her gelen için yer vermez.”
Ülkenin içinde bulunduğu koşullardan söz açarak yemeklerini tamamladılar…
Hükümet yetkilileriyle temaslarını sürdürdü. Bir gün sonra kendisini Harbiye Nazırı Şakir Paşa, davet etti.
Sohbet sırasında bir ara Şakir Paşa, “Çocuğum, beni utandırma. Beni sorumluluk altında bırakma. Şimdi seni Damat Ferit Paşa’ya götüreceğim. Kendini tut. İyi konuş.”
Söz verdi. Sadrazamın makamına çıkıldı. Sohbete geçildi. İlk söze başlayan Şakir Paşa oldu:
“Efendimiz, yeni vazife ile Anadolu’ya gidecek olan Mustafa Kemal Bey’i zat-ı devletinize takdim ederim.”
Sorular ve cevaplar sadrazamı memnun etmişti. Sadrazam Ferit Paşa, Şakir Paşa’ya teşekkür etti. Kabineden çıktıkları vakit Şakir Paşa, Atatürk’ün elini tuttu ve sıktı:
“Dikkatinize teşekkür ederim. Bu dikkat çok sürmeyecektir. Ben vazifeyi yaparım. Tarih bunu yazacaktır. Fakat senin de benim yaptığımı unutmamanı istiyorum”
Atatürk koridorda daha sonraki yıllarda “Namuslu adam” diyeceği Şakir Paşa’nın elini öptü ve “ Yaptığınız büyüktür. Bunu bir gün gözleriniz ile görmenizi dilerim.” dedi.
Hükümet yetkililerine güven vermişti. Öyle ki; Sadrazam Damat Ferit Paşa, kendisini evine yemeğe davet etti. Atatürk’ü kendi anlayışlarına göre biri sanıyordu.
14 Mayıs 1919
Damat Ferit Paşa’nın evi
Sofraya geçildi. Davete Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’da çağrılmıştı. Bir süre hiç konuşmadan birbirlerine baktılar. Atatürk kafasından, “Acaba ne düşünüyor? Yeni tarihin meydana çıkardığı gerçeklere göre, Sadrazam Ferit Paşa, dünyayı, Türkiye’yi, Türk ulusunu asla tanımamış… Fakat efendisi sultan tarafından, yüksek Türk topluluğunu yönetmek için kendisine verilen görevin ağırlığı altında duygusuz…”diye geçirdi.
Yemek sona erdi, Ortasında genişçe bir masa bulunan odaya geçildi. Damat Ferit Paşa, “Bir harita getirtsek de, Müfettiş Paşa onun üzerinde bana açıklama yapsa…” diye seslendi.
Masanın üzerine bir harita açıldı. Atatürk, “Ne bakımdan açıklama isteniyor?” diye sordu, yanıtını aldı:
- Mesela, Samsun dolaylarında ne yapacaksınız?
-Samsun dolaylarında yapılması istenen iş, o çevre Rumlarının başladığı gerillayı bastırmaktı.
Hiç duraksamadan şöyle dedi:
“Efendim, İngiliz raporlarında sorunun biraz abartıldığına hük mediyorum. Fakat ne de olsa, yerinde yapılacak incelemelerden sonra, gereken en iyi önlemler alınabilir. Merak buyurmayınız.”
O sözlerin ardından Cevat Paşa’nın gözlerine baktı. Cevat Paşa ile Çanakkale’de omuz omuza savaş vermişlerdi. Birbirlerine saygı duyarlardı. Cevat Paşa Atatürk’ün Çanakkale cephesindeki kahramanlıklarına en yakından tanıklık eden kişiydi.
Damat Ferit, Cevat Paşa’ya dönerek, “Ne dersiniz Paşa?” diye sordu.
Cevat Paşa çok doğal bir tavırla, “Öyledir efendim, böyle işler yerinde çözülür. Şimdiden kesin ne söylenebilir?”
Sadrazam aldığı yanıttan memnun kalmadı. Birden heyecanlı bir sesle tonuyla sordu:
“Pekâlâ, siz bana harita üzerinde Cevat Paşa’nın kapsadığı mıntıkayı gösterir misiniz?"
Atatürk, sadrazamın vesveseye düştüğü noktayı hemen keşfetti, yanıt verdi:
“Efendim, henüz ben de pek iyi bilmiyorum. Belki yaklaşık… (Kibert haritası üzerine elini koyarak) ihtimal şu kadar bir parça…” diyerek, bazı illeri eli ile sınırladı bir kez daha anlamlı bir tarzda Cevat Paşa’ya baktı.
Cevat Paşa sadrazamın vehmini anlamıştı. Atatürk elini haritadan kaldırırken Cevat Paşa söze girdi:
“Efendim, mıntıkanın önemi yoktur. Paşa, doğal olarak, o mıntıkada kuvvete komuta edecektir. Zaten nerede kuvvet kaldı ki…”
Cevat Paşa cümlesini tamamlarken durumun hiç de önemli olmadığını ima etmek ister bir tavırla, haritanın bulunduğu masadan uzaklaşır gibi oldu. Atatürk içinden Cevat Paşa’ya teşekkür etti. Cevat Paşa’nın o söz ve masadan uzaklaşması Damat Ferit’i tatmin etmeye yetmişti…
Her biri birer koltuğa çekildi, sohbet sürdü:
- Kemal Bey, Ne vakit hareket edeceksiniz?
- Ne vakit emir buyurulursa… Ben harekete hazırım.
- Zatı şahaneyi (Vahdettin) ziyaret ettiniz mi?
- Hayır, irade buyrulmadı.
- İrade buyruldu. Ben bildiriyorum. Yarın kendisini ziyaret ediniz.
Ayrılmak zamanı geldi, vedalaşıldı Cevat Paşa ve Atatürk kol kola gecenin karanlığında Nişantaşı caddesinin piyade kaldırımı üzerinden Teşvikiye’ye doğru yürümeye başladı.
Cevat Paşa bir ara Atatürk’ü durdurarak sordu:
- Bir şey mi yapacaksın Kemal?
- Evet, paşam, bir şey yapacağım…
- Allah başarılı etsin!
- Mutlaka başaracağız!
Milli Mücadele’nin fitili o gece; 14 Mayıs 1919 günü ateşlenmiş, 100’ncü yılına girecek olan Cumhuriyet Rejiminin temeli atılmıştı…
Kaynak:
Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk’ün İstanbul Günleri (Asım Us’un anılarından)
Yaşar Gürsoy, Anne O Bizden Biri
isteataturk.com