İtalyanlar bu beklenmedik saldırı karşısında neye uğradıklarını şaşırırlar. Savaş gırtlak gırtlağa sürer ve İtalyanlar geri çekilmek zorunda kalırlar. İtalyan uçakları Türk birliklerinin bulunduğu bölgeyi bombardıman ederler. Mustafa Kemal, sol gözünden yaralanır. Bombalardan seken bir kireç taşı görüne isabet etmiştir.
10 Ağustos 1915 günü sabah dört buçukta Çanakkale savaşlarının en kanlı gönlerinde Yarbay Mustafa Kemal elinde kamçısı, süngü savaşına hazırlanan askerlerine şöyle hitap ediyordu; aslanlarım, kahramanlarım, vatanımızı namusumuzu, şerefimizi düşman çizmesiyle çiğnetmeyelim, kamçımı indirdiğimde düşman üzerine hep beraber aslanlar gibi atılalım. Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum. Ölürsek şehidiz, kalırsak gazi. Kamçı indi ve Allah Allah nidaları yeri göğü inletirken ölüm kusan bomba parçalarından biri Mustafa Kemal’in sağ göğsünü bulmuş ve yaralanmıştı. Bir metre kareye altı bin merminin düştüğü, merminin mermiyi vurduğu o gün Allahtan şarapnel Mustafa Kemalin göğüs cebindeki saati parçalamış ve göğsüne kan oturmuştu. O günün sonunda Anafartalar ikinci Conk Bayırı zaferi kazanılmış, Nuri Conker; zaferi Mustafa Kemale, Mustafa Kemal’i ise Allah’ın lütfuna borçluyuz diyordu. Asımın nesli işte, namusunu çiğnetmemişti.
Henüz savaş bitmemişti. 25 Ekim 1915 günü İstanbul’da çıkan Tasviri Efkar gazetesi kapağına Cevat Çobanlı Paşa ile Miralay Mustafa Kemal’in fotoğraflarını basmış, sekiz sütun üzerine de şöyle yazmıştı; Boğazları, saltanatı, Hilafeti kurtaran kumandanlar.
Aradan, dünyayı kan ve barutla sarsan koskoca dört yıl geçti. Çanakkale boğazının serin sularına gömülen düşman donanması hortlamış ve İstanbul önlerine demirlemişti. Yedi düvel denilen emperyal güç yurdun dört bir bucağını işgal etmiş, padişahı, saltanatı ve hilafeti esir almıştı. Vatanı kurtarmak bu sefer yine Mustafa Kemal Paşaya düşmüştü. Artık ne sarayın ne padişahın hükmü kalmamıştı. Esas olan milletin iradesiydi. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktı. 19 Mayıs günü Samsun ufkundan ülkeye bir güneş gibi doğan Mustafa Kemal, henüz bir yıl dolmadan 23 Nisan 1920 günü yoktan bir millet, yoktan bir vatan ve kendisinin de emirlerini alacağı modern Türk devletinin temelini oluşturacak Büyük Millet Meclisini kuruyordu. Bu yüce millet, yüce bir meclise sahip olmalıydı. Artık emir verecek tek bir güç vardı. O güç Türk milletinin iradesiydi. Tekbirlerle, dualarla milletin iradesi düşmanını boğmaya hazırlanıyordu. Boğdu da, bu gün yüce Türk milletine zincir vurulamayacağının tüm dünyaya haykırıldığı ulu gündü. Kutlu olsun.
O, her zaman olduğu gibi bir avuç arkadaşı ile TBMM’nin iradesi çerçevesinde yine muhteşem bir teşkilat kurdu. Bu teşkilat dev gibi büyüdü ve vatanın her köşesinden her yönünden düşman üzerine yürüdü. Tek bir amaç, tek bir irade vardı. O da “Ya istiklal ya ölüm” “hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” “Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça bir adım geri gitmek yoktur”. Bir biri ardı sıra gelen kanlı savaşlardan birinde Sakarya’da 12 Ağustos 1921 günü top sesleri arasında atından düşüyor ve kaburgaları kırılıyordu. Mustafa Kemal Paşa üçüncü kez gazi oluyordu. Diğer gazilikleri gibi savaşına devam etti. Sonunda Mareşal Mustafa Kemal savaşın son emrini verdi, “Ordular ilk Hedefiniz Akdeniz’dir ileri”.
6 Ekim 1923 günü Mareşal Mustafa Kemal’in orduları yedi düvelin elinde, yaklaşık 5 yıl işgal altında ve esir bulunan Konstantiniye’ye girdi.
Yüce peygamberimiz; “Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur” dememiş miydi.
Önce Fatih Sultan Mehmet; «ya ben Konstantiniye’yi alırım, ya da Konstantiniye beni» sözleri ile peygamberimizin şefaatine layık olmuştu.
473 yıl sonra ise, üç kez Gazilik mertebesine ulaşmış müjdelenmiş bir diğer komutan Mustafa Kemal Paşa ve onun müjdelenmiş askerleri Konstantiniye’yi Türk milleti adına 4 yıl 10 ay 23 gün sonra yeniden fethediyor ve onlar da yüce Peygamberimizin şefaatine nail oluyorlardı.
Mağrur devletlerin mağrur komutanları, bir kez daha Türk’ün müthiş sillesini yemiş ve sonunda Türk’ün şanlı sancağını selamlayarak geldikleri gibi gitmişlerdi.
Ey millet sakın unutma, 19 Mayıslar, 23 Nisanlar, 30 Ağustoslar yok edilmek istenen bir milletin ikinci kez doğuşudur. Bugün 23 Nisan kutlu olsun.
Not: Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar İstanbul, 'Konstantiniyye' adıyla yani Constantinople olarak biliniyordu. Padişah Vahdettin zamanında da basılan paralar üzerinde dahi Konstantiiye yazıyordu. Büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1929'da "Bu şehrin adı İstanbul'dur" diyerek, dünyaya ilan etti ve Konstantiniyye-Constantinople isimlerinin kullanımını yasakladı. Hatta yurt dışından gelecek mektuplarda adres kısmına İstanbul yazılmaması halinde bunların iade edileceğini duyurdu. Batı dünyası ayağa kalkmıştı...