At pazarlığı (07 Temmuz 2015)

Yazıya başlamadan önce, atlamayayım, goy goy, yapmayayım diye, bizim boyalı basın da dâhil, tüm gazeteleri okurum. CNN, CBS, BBC, El Cezire, DW, Rus ve Fransız kanallarının İngilizce yayınlarını, Washington Post ve New York Times gazetelerini okuyup taradım. Tahmin edebileceğiniz gibi 48 saat ve günde 15’er saatlik dikkatli bir çalışma. Özetle, dünya ile bizim gündemlerimiz arasında, milim kadar yaklaşma ve benzerlik olmadığı gene gün gibi aşikâr.

En önemli konu, Yunanistan. Referandum sonuçları, ben yazıyı tamamlamak üzereyken, belli oldu. Aslında bu durum, biraz da ABD’de Obama’nın başlattığı, reform ve dar gelirliden yana politikaların, Yunanistan’da, zirveye erişmesi anlamına geliyor. İki ülke olaylarında da, şartlar farklı olmasına rağmen, sermayeye karşı dar gelirliler kazandı. Bu da benim yorumum. Yunan halkı, AB sermayesinin, zenginlerin günahını üzerlerine yıkma planlarına hayır dedi. Bakalım bizim halkımız ne zaman avuç açmayı bırakıp, hakkının peşine düşecek? Bu hafta, borsaları merak ediyorum.

Bir okurum, yurt dışından yazmış, “değerlendirme yaparken, hep, siz, siz diye suçluyor, kendinizi, bu gruba katmıyorsunuz” diye. Haklı. Ben, bu grubun dışındayım, yıllardır da bağırıyorum, Beyaz Saray önünde, bu iktidarı ve uygulamalarını protesto eden, çok sayıda mitinge katıldım. Ermeni sorunu için yürüyüş yapıp, elçiliğimiz önünde Ermenilere karşı, vatanımı savundum. PKK’nın, Amerika’daki temsilcileri ile gırtlak gırtlağa geldim. Bu yüzden, kayıkçı kavgası yapan gazeteciler tarafından sevilmem.

Yalakalık yapamam

Şimdi soruyorum? Beni, biz, siz diye suçlayan okuyucularımdan, kaçınız, benim bu yaşımda verdiğim çabanın yarısını verdiniz. Evet, bu yüzden de, oturan, Facebook’ta dertleşen, televizyonlarda dizi seyreden, marka otomobil ve cep telefonu tartışan, etin nasıl kızartılacağını, tartışan, mankenlerin hayat hikâyelerini ezbere bilen, futbol takımına, bayrağından fazla önem verenlere, tabii ki siz derim, tabii ki bu grup, sizsiniz. Ve vatan, millet için yırtınan az sayıdakiler de biziz. Kusura bakmayın, bu böyle yalakalık yapmayacağım.

Gelelim güncel bir kelimeye. Gazetelerde rastladım. Sonradan AKP’li olan, eski Refahlı Numan Kurtulmuş, “Dolayısıyla bir pazarlık yaparak, şu bakanlık şu partiye, bu bakanlık bu partiye, şu genel müdürlük bu partiye, şeklinde bir at pazarlığı, koalisyon pazarlığı içerisinde asla olmayız” demiş. Burada, anahtar kelime “at pazarlığı”. Bu terim Türk diline, AKP iktidarı tarafından, Abdullah Gül’ün Başbakanlığı zamanında, yanılmıyorsam 2003 yılında kazandırıldı. Bizim gazeteden, genç arkadaşım Ahmet Takan, yıllar önce çok güzel yazmış. Ben de o günleri, Washington’da yaşayan bir gazeteci olarak aktarayım. Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Ali Babacan, Washington’a gelerek, Beyaz Saray’da, Kuzey Irak’tan Amerikan askerlerinin geçişi için, 100 milyar dolar istemiş, ancak, 20 milyar dolara da razı olacakları sinyali vermişlerdi. ABD Başkanı Bush, onlara bu at pazarlığı lafı ile cevap vermiş, yıllar sonra meblağ, bir milyar dolara indirilmiş, ancak onu da bizimkiler alamamıştı. Bu olay sonrası ABD, Abdullah Gül’den hazzetmemeye başlamıştı. Anlayacağınız AKP’liler, at pazarlığını iyi bilir. Koalisyonu, varın siz tahmin edin şimdi.

Oyun değil, uyarı...

Dış konulardan biri de, belki de en önemlisi; bizimki dayanamamış, gene Washington’u aramış, ama karşısında, Obama’yı değil, muhatap olarak, Başkan Yardımcısı Biden’ı bulmuş. Dün konuştuğum, ABD başkentindeki bazı arkadaşlar, Biden-Erdoğan görüşmesinden koridor konusu ve sınır ötesi operasyon için Washington’dan onay değil uyarı aldıklarını söyledi. Daha önceler, her şeye nane olan, Dışişleri ve Kaç-ak saray, bu görüşme konusunda, bir açıklama yapmadı. Hatırlarsanız, her görüşme sonrası, Obama gözlerimden öptü diye açıklama yapılırdı. (Hoş bu açıklamalarda, her seferinde Washington tarafından düzeltme yayınlanırdı ya) Anlaşılan gözlerden öpülme olmamış bu kez de.

Bu hafta, koalisyon görüşmeleri başlayacak. Sonuç ne olur, bilemem, ama mutlaka önceden hesaplanmış bir netice doğacak. Çünkü bu proje artık sonuçlanıyor. Dün bana, elektronik posta ile Stratejik Araştırmalar Merkezi (CSIS) tarafından hazırlanan, bir Türkiye raporu ulaştırıldı. Onlar da, ABD başkentindeki, öteki düşünce üreten kurumlarla birlikte, durumu, vahim olarak tanımlıyor. Onlar vahim diyor, demesine ama durumun vahametini, bir bu sınırlar içinde yaşayanlar fark etmedi.

Yazarın Diğer Yazıları