Atatürk, devrimi sömürgelerdeki bağımsızlaşma eylemlerinden ve diğer kurtuluş savaşlarından farklı bir özelliğe sahiptir. Çünkü Türk toplumu köklü bir devlet geleneğine, deneyimine, devlet olma bilincine sahiptir ve tarih boyunca çeşitli adlar altında devletler kurmuştur. Atatürk’ün kurduğu siyasal yapı, siyasal kurumlaşma batının siyasal yapısı ile geçmişten gelen devlet idaresinin Türk toplumuna kazandırdıklarının bileşimidir. Atatürk, devletin temelini laiklik üzerine oturtarak ülkede cumhuriyetçi, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi bir düzen kurmayı amaçlamıştır. Devletin yapısı, nasıl işleyeceği ve devlet ile vatandaşlar arasındaki ilişkilerin nasıl düzenleneceği Anayasa ile saptanmıştır.
Atatürk her şeyden önce devletin hukuksal bir kavram olduğu gerçeğinden hareketle devlet hayatında egemenliğin halkta olduğunu ve ulusal egemenliği temel edinmenin bir demokrasi prensibi olduğunu vurgulamıştır. Atatürk, "Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıklı uygulamasını yapan hükûmet biçimi cumhuriyettir" diyerek Yeni Türk devletinin siyasi rejimini cumhuriyet olarak belirlemiştir. Cumhurbaşkanı olarak yaptığı yenilikleri daima halkına bizzat anlatmış ve tüm yenilikleri halkın eseri olarak göstermiştir. Onda benlik duygusu yoktur. Daima Türk milletini düşünmüş ve konuşmalarında "Ben" yerine "Biz", "Türk milleti" tabirini kullanmıştır.
Atatürk, hiçbir zaman XIV. Louis’ye addedildiği gibi "Devlet benim" dememiştir. Tam tersine, "Paşam! size diktatör diyorlar bu doğru mu?" diye soran bir üniversite öğrencisine "Eğer öyle olsaydım, bana bunu sorabilir miydin?" yanıtını vermiştir.
Bu, onun monarşik bir lider olmamasının doğal sonucudur.
Mustafa Kemal Atatürk, bağımsızlığın ve çağdaşlaşmanın gerçek anlamıyla başarılı olabilmesi için öncelikle ekonomik kalkınmaya önem vermiştir. Böylece siyasal sisteme süreklilik, işlerlik kazandırmayı onu sağlamlaştırmayı düşünmüştür.
Mustafa Kemal Atatürk, üretim ilişkilerinin düzenlenmesinde ülke ve ulus gerçeklerini, koşullarını göz önünde tutarak sınıf çatışması yerine sınıflar arası uyumu, karşılıklı yardımı ve sınıflar arası dengeleşmeyi öngörmüş ve bunu halkçılık ilkesiyle adlandırmıştır. Atatürk, toplumsal sorunları kavrayarak bunları halkın bilincine yerleştirmiş; bu sorunları kişilere, sınıflara göre değil ulusun ve gelecek kuşakların yararına uzmanların görüşünü alarak çözmüştür.
Ekonomik girişimlerde devleti, toplumu ve kişiyi, özel girişimi görevli kabul etmiş, yabancı sermayeye ulusu ve bireylerini tutsaklaştırmasını önleyecek yasalar çerçevesinde, yatırım yapabilmelerine olanak sağlayarak Türkiye’ye özgü devletçilik sistemini oluşturmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, siyasetinde ve her eyleminde yasal olmayı titizlikle savunmuş, Millî Mücadele’nin başından itibaren uygulamalarında yasal yolları tercih etmiştir.