"Asgari ücretli hangi refah çizgisini aşıyor da, ek vergiye tabi tutuluyor?"

"Asgari ücretli hangi refah çizgisini aşıyor da, ek vergiye tabi tutuluyor?"

İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı ve Bursa Milletvekili İsmail Tatlıoğlu, "Asgari ücretli dokuzuncu aydan sonra bir üst vergi dilimine giriyor. Neyi artıyor da artan oranı vergileniyor? Hangi refah çizgisini aşıyor da yüzde 5 ilave vergileniyor?" dedi.

İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı ve Bursa Milletvekili İsmail Tatlıoğlu,ekonomide yaşanan son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulundu.

Tatlıoğlu, "Üst gelir grupları vergilendirilmeli ama asgari ücret, onurlu bir yaşama tutunmalıdır, burada bir vergi söz konusu olamaz. Asgari ücretli dokuzuncu aydan sonra bir üst vergi dilimine giriyor. Neyi artıyor da artan oranı vergileniyor? Hangi refah çizgisini aşıyor da yüzde 5 ilave vergileniyor?" ifadelerini kullandı.

Tatlıoğlu, işsizlikte temel sorunun ise, istihdam yaratamama olduğunu belirtti.

Tatlıoğlu'nun açıklamaları şu şekilde;

Türkiye'de yaklaşık 61 milyon 15 yaş üstü çalışma çağında nüfus var. Yaklaşık 32 milyon iş gücü, 28 milyon istihdam ve 21,5 milyon da kayıtlı istihdam var. Türkiye’de yaklaşık yüzde 25 kayıt dışı istihdam söz konusu.

Son on yılda bütün zamanların en yüksek işsizliğine sahip bir Türkiye tablosu var. Ancak aktarılan tabloyu anlamak için artık veri ve bilgi cambazlığını çözecek, kamu bilgilerini okuyabilecek özel uzmanlıklar gerekiyor. Ya tanım değişiyor ya ölçü değişiyor ya da mantık değişiyor. Ağustos ayında işsizlik artıyor, eylül ayında sanayi üretimi yükselmiş ve bunun üretimle bağlantısı kuruluyor ancak bunları anlatan doğru bir açıklama yapılmıyor. Örneğin prim gelirlerinin prim giderleriyle karşılanma oranı aynı şekilde alınıyor, 2008'deki devlet katkısı da bir şekilde dikkate alınmalı mı alınmamalı mı? Devlet katkısı dikkate alınmadığında giderlerin gelirleri karşılama oranı 2002'de yüzde 71,5, 2018'de yüzde 80, 2019'da yüzde 73. Dâhil edildiğinde ise yüzde 7'lik bir düşüş var, yaklaşık olarak açık 33 milyar lira. Dolayısıyla açıklanan rakamlar arasında tutarsızlık söz konusu. Yapılan koalisyon bütçelerinin kendi içerisinde matematiksel bir bütünlüğü bulunmamakta. Bu bilgilerin sağlıklı ve uluslararası kriterlere uygun bir şekilde düzenlenmesi ve bunun üzerinden okunması gerekmektedir.

TÜRKİYE’NİN SOSYAL GÜVENLİK VİZYONU YOK

Türkiye'de sosyal sigortaların finansmanı açısından dağıtım yöntemi değil, fon yöntemi kullanılıyor. Bu, “her nesil kendi sosyal güvenliğini sağlıyor” demek, yani bugün prim ödeyen, bugün emekli olanı karşılamıyor. SSK, BAĞKUR ve Emekli Sandığı’nın kurulduktan hemen sonra bir aylık ödemesi söz konusu değil. Asgari 20-25 yıl beklenilmiş, fon oluşmuş ve sistem bu şekilde yürümüştür. Daha sonra ciddi reformlar yapılarak değişik zamanlarda mağduriyetler yaratılmıştır. EYT mağduriyeti bunlardan bir tanesidir.

Sistem gereği bugün emekli olanların gelecekte alacakları aylıkların karşılıkları kurum kasasında yok. Bugün çalışanların çalıştıkları süre için ödedikleri primlerin karşılığı da kurum kasasında yok. Dahası, bugün çalışanların ödedikleri primler bugün sosyal güvenlik kapsamında ödenen aylıkları karşılamıyor. Yani ortada yürüyen, sürdürülebilir bir sistem yok. Ciddi reformlar yapılmasına rağmen bir düzelme yok ve bir sürdürülebilirlik gözükmüyor. Açıkça görünen Türkiye’nin “5-10 yıl sonra sosyal güvenlik sistemini şuraya oturtturacaktır" diye bir vizyonu yok.

Üniversitelerin yaptığı çalışmalar diyor ki; "Türkiye'de 7 milyon 200 bin çocuk şiddetli yoksun, yeterli ısınmıyor ve yeterli beslenmiyor." Bunların yaklaşık 608 bini Marmara Bölgesi'nde, 1 milyon 805 bini Batı Anadolu'da, 1 milyon 27 bini Batı Karadeniz'de, 1 milyon 164 bini Ortadoğu Anadolu'da, 754 bini Kuzeydoğu Anadolu'da, 3 milyon 100 bini Güneydoğu Anadolu'da ve bunlarla ilgili ciddi anlamda bir azalış söz konusu değil. Yani çocuk üşürse devlet üşür, çocuk açsa devlet düşer. Sosyal yardımlara bakıldığında maalesef 218 milyar lira gibi bir sosyal güvenlik açığı var. Biz bunun nasıl bir projeksiyonla derlenip toplanacağını ve minimize edileceğini görmek isteriz, bütçe bize bunu göstermeli. Böyle bir arka plan yokken bunu nasıl sürdüreceğiz?

ASGARİ ÜCRETLİ HANGİ REFAH ÇİZGİSİNİ AŞIYOR DA İLAVE VERGİLENİYOR?

Sayılarını bile bilmediğimiz EYT'lileri konuşuluyor. Bütün partilerin EYT'lilerle, 3600'le ilgili taahhütleri var. Asgari ücretliye, 500 binin üzerine yüzde 5 ilave vergi koyuluyor. Üst gelir grupları vergilendirilmeli ama asgari ücret, onurlu bir yaşama tutunmalıdır, burada bir vergi söz konusu olamaz. Asgari ücretli dokuzuncu aydan sonra bir üst vergi dilimine giriyor. Neyi artıyor da artan oranı vergileniyor? Hangi refah çizgisini aşıyor da yüzde 5 ilave vergileniyor?

Kamuyu ve çalışanları enflasyon oranında vergilendiriyoruz ancak dar ve orta gelirlilerin enflasyonu yüzde 25'in üzerinde, yüzde 33’lerde. Asgari ücretle geçinen bir ailenin enflasyon oranı, yıllık ortalama 50 bin veya 100 bin lira geliri olan bir ailenin enflasyon oranıyla aynı değil. Burada asgari ücretli için bir farklılaştırmayla yaşama tutunma noktasında destekleyici politikalar oluşturulmalıdır.

Açıklanan Sayıştay Raporunda; 62 bin kişinin sağlık kurulu engelli raporu olmadan ödeme aldığını, 36 bin kişinin ağır engelli olmadığı hâlde bakım ödemesi aldığını, 120 bin kişinin raporu olmadığı hâlde engelli aylığı ödemesi aldığını ve 14 bin kişinin Sağlık Bakanlığı kayıt sisteminde oransal olarak hak etmemesine rağmen ödeme aldığını öğrendik. Bu ödemeler eğer bir sistem varsa o sistem dahilinde kayda uygun olarak yapılmalıdır. Mevcut bir sistem yoksa o zaman "keyfokrasi” var demektir, yani keyfe göre bir sistem var. Burada "İlçe başkanı istediğine, il başkanı istediğine, belediye meclisi üyesi istediğine sosyal yardım yapıyor" gibi bir durum ortaya çıkar. Hiçbir Bakanlık Sayıştay’ın bu raporuna sunumlarında yer vermediği gibi Sağlık Bakanlığı raporun doğru olmadığını iddia ediyor.

İŞSİZLİKTE TEMEL SORUN İSTİHDAM YARATAMAMA

İşsizlik konusunda Türkiye'de temel olarak sorun “istihdam yaratmama” sorunudur. Bugün Türkiye'nin nüfusuna sahip ülkeler 44 milyon insanını üretime katmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler ortalamasına bakıldığında Türkiye'nin 36 ila 38 milyon insanını kayıt altında çalıştırması gerekir. Bugün Türkiye’nin bir gelişme gösterebilmesi için kayıtsızlarla birlikte yaklaşık 16 milyon insanımızı üretime dâhil etmesi gerekir. Aksi takdirde, işsizlik artar, sosyal yardımlara giden bir bütçeyle karşı karşıya kalırız. Sosyal Güvenlik Kurumunun ve sosyal güvenliğimizin 2002'den daha parlak bir durumda olduğu söylenemez. Uygulanan sistemin yarını yok, bu problem hepimizin problemi, buna bir yarın yaratmak zorundayız. Yarın yaratmanın yolu da istihdam yaratmaktan geçer. Bunu yapmanın yolu ise yeni açılan bir kredi dilimiyle KOBİ'lere "İstihdamı artırırsanız 200 bin lira veririz" gibi mantık dışı bir politika olamaz. İstihdama dayalı kredi yerine, belli projelerle bu KOBİ'lerin teknolojileri bir çıta atlatılırsa zaten istihdam doğacaktır. Sorunu çözmenin yolu; KOBİ başına ortalama 3,1 olan çalışanı, teknoloji bakımından bir çıta artırarak 4,5'a yükseltmek ve yeni istihdam yaratmak olacaktır.