Aramızdan Ayrılışının 84. Yılında İstiklâl Harbi’nin Manevi Komutanlarından Mehmet Akif Ersoy / Dr. Sakin ÖNER

Aramızdan Ayrılışının 84. Yılında İstiklâl Harbi’nin Manevi Komutanlarından Mehmet Akif Ersoy / Dr. Sakin ÖNER

20 Aralık 1873 tarihinde dünyaya gelen “İstiklâl Marşı Şairi” Mehmet Akif Ersoy,  27 Aralık 1936 tarihinde vefat etmiştir. Ersoy; inandığı gibi yaşayan bir dava ve fikir adamı, samimi bir Müslüman, gerçek bir vatansever olduğu gibi, aynı zamanda şair, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an mütercimi ve siyasetçidir.

Mehmet Akif Ersoy, çocuk yaşta babasından başlayarak çeşitli din alimlerinden sağlam bir dini kültür almıştur. Fatih Merkez Rüştiyesi’nden sonra Divanyolu Caddesi’nde bugün Basın Müzesi olarak kulanılan binadaki Vefa Mülkiye İdadisi’nde ve Halkalı’daki Ziraat ve Baytar Mektebi (Veteriner Fakültesi)’nde pozitif ilimler okumuş, yabancı dil öğrenmiştir. Akif, bazılarının gördüğü ve gösterdiği gibi, bir din adamı değildir. Akif, yobazlığa, cehalete ve geriliğe karşı aydın bir müslümandır. O, dini layıkıyla bilmeyen hurafelerle anlatılmasına karşı olup,“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp İslâmı /Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı” diyen samimi  bir müslümandır.   

Akif, hayatı, eserleri ve şahsiyeti ile bütünlük arz eden örnek bir insandır. Vatan, millet ve toplum için her türlü sıkıntıya katlanan, her fedakarlığı yapan bir inanç ve mücadele adamıdır. Verdiği söze bağlı, vefa duygusu yüksek bir insandır. Gönlü zengin,   cömert, merhametli, kanaatkar ve alçakgönüllüdür. Haksızlığa karşı susmayan ve direnen yiğit bir kişiliğe sahiptir. Akif, bağımsızlıktan yana çağdaş düşünceli bir Türk aydınıdır. Akif, ilmin ve sanatın milliyeti olmadığına inanarak şöyle diyordu:  “Alınız ilmini Garb'ın, alınız san'atını/Veriniz hem de mesâînize son sür'atini/Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız;/Çünkü milliyeti yok san'atın ve ilmin.” O, Türkiye'nin Batı’nın ilmini ve sanatını alarak çağdaşlaşmasından yanadır. Bunun için de gelişmiş ülkelerin insanlarının yaptığı gibi hızla çalışmak gerektiğini belirtmiştir. O’nun bu düşüncesine bakarak, Atatürk'ün, "Muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak" hedefine inandığını açıkça söylemiştir.

Eserlerinde, çöküş sürecindeki Osmanlı toplumunu, Osmanlının son zaferi olan Çanakkale Zaferindeki Mehmetçiğin büyük kahramanlığını anlatan “Çanakkale Şehitlerine” destanını ve İstiklal Harbi’nin moral kaynağı olan “İstiklâl Marşı”nı yazan  Mehmet Akif Ersoy, yakın tarihimizin en önemli aktörlerinden biridir. Akif’i tanımayan, eserlerini okumayan, okuduğu halde anlamayan kişiler, Akif hakkında çok yanlış değerlendirmeler yapmakta ve dolayısıyla hakkında yanlış algılar oluşturmaktadırlar. Akif’in edebi ve fikri şahsiyeti hakkında bugüne kadar çok şey söylenmiştir. Üzerinde en az durulan husus, İstiklal Savaşındaki rolüdür. Mehmet Akif Ersoy, hizmetleriyle Millî Mücadele’nin manevi komutanlarından biridir.

Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Harbinin her safhasında en önde yer almıştır. Milli Mücadele başlar başlamaz İstanbul’dan Ankara’ya gitmiş ve çıkardığı Sebilürresat dergisini oraya taşımıştır. İstiklal Harbi’ni yürüten Birinci Meclis’te Burdur Milletvekili olarak görev yapmıştır. Milli Mücadele’ye karşı olan Padişah ve taraftarlarının yanında değil, ülkenin bağımsızlığı ve milletin özgürlüğünün yanında yer almıştır. Yanlış propagandalarla kandırılıp Milli Mücadele’ye karşı olan halkı ikna etmek, çıkan isyanları etkisiz hale getirmek için Konya’ya, Kastamonu’ya, Balıkesir’e ve yurdun değişik yerlerine giderek camilerde vaaz vermiş ve halka konuşmalar yapmıştır. Hazırladığı Milli Mücadele’nin önemini ve desteklenmesi gerektiğini belirten  bildirisi yüz binlerce basılarak bütün Anadolu’ya dağıtılmıştır.

“PARA İLE İSTİKLÂL MARŞI YAZILMAZ”

Akif’in Milli Mücadele’ye en büyük desteği, düşmanın ilerlediği, bağımsızlık ve özgürlüğümüzü tamamen kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumuz bir ortamda, milletimize ve ordumuza en büyük moral kaynağı olan, İstiklal Marşı’nı yazmasıdır. Fakat, Akif, devletin açtığı İstiklal Marşı yazma yarışmasına, birincisine para ödülü verildiği için “Para ile İstiklal Marşı yazılmaz” diyerek katılmamıştır. Marş için verilecek para ödülü, o zamana göre çok büyük bir para olan 500 liradır.  Bu konuyu öğrenen Atatürk’ün talimatı üzerine, Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver),  “kazandığı takdirde mükâfatı istediği hayır kurumuna bağışlayabileceğini” belirten bir mektupla yarışmaya davet etmesi üzerine, İstiklal Marşı yazmaya karar vermiştir.  

Akif, 1920 yılının sonlarında ikamet ettiği Taceddin dergâhında ve  Ankara’nın o soğuk ve  o çok heyecanlı günlerinde İstiklal Marşı’nı yazmıştır. Marş, ilk defa Sebilürreşad’ın baş sahifesinde yayınlanmış ve  birden bire bütün vatan sathında bir inanç ve heyecan rüzgârı estirmiştir. Türk kamuoyu bu marş için,  “büyük bir milleti asırlarca ayakta tutacak kadar kuvvetli mısralarla örülmüştür” demiştir. Marş 12 Mart 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından coşku ile “Milli Marş” olarak kabul edilmiştir.  Marş, o yıllarda hemen hemen bütün işgal altındaki topraklarımızda gizlice bestelenmiş ve okunmuştur. Bilhassa İzmir’deki bestesini Zati Araca yapmış ve o yıllarda İzmir’de notası da basılarak okunmuştur. İşgal altındaki İstanbul’da da Vakit Gazetesi işgal sansüründen “Şiir” başlığı altında “İstiklal Marşı” olduğunu gizleyerek yayınlamıştır.

1922’de İstanbul’da Zeki Üngör’ün yaptığı beste, bugün resmen söylediğimiz bestesidir. O yıllarda işgali protesto için yayınlanan ve millî ruhu besleyecek millî heyecanı ayakta tutacak “mefkûre kartlarında” hep bu marşın mısraları yer almaktadır. Kuvayı milliyenin posta pulları dahi bu marşın mısralarıyla süsleniyordu. Marş, gerek o günlerde ve gerekse sonraki yıllarda Almanca, İngilizce, Macarca ve Fransızca’ya da tercüme ediliyordu. Türk ordularının bütün savaşları sırasında, subay ve askerlerimizin, şehitlerimizin ceplerinden bu şiir çıkıyordu. “İstiklâl Marşı’nın sesi düşmandan İzmir’i alan büyük kuvvetler arasında” sayılıyordu. Nitekim Türk ordularının İzmir’e doğru yürüyüşe geçtikleri sıralarda İzmir’e girdiğimizde, Edirne’nin kurtuluşunun beklendiği günlerde hemen bütün gazetelerin birinci sahifeleri bu marşın mısralarıyla doludur.

İSTİKLÂL MARŞI VE ATATÜRK

1921 yılında Ankara’da bu marş için bir beste yarışması açılmıştı ve  bu beste yarışmasında besteye girecek mısraları seçecek bir komisyon kurulmuştu. Mustafa Kemal Atatürk, bir gün ansızın bu komisyonun toplantısına katılarak İstiklal Marşı ile ilgili şu sözleri söyledi: 

“... Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır. İnkılâbımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak, ne de unutturmak lâzımdır. İstiklâl Marşı’nda istiklâl davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de şurasıdır:

“Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl”

Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır. Hürriyet ve istiklâl aşkı bu milletin ruhudur. Tarihe bakın: Bütün milletlerin bir esaret ve hürriyetsizlik devri geçirdikleri bir hakikattir. Fransa, İngiltere Roma vilâyeti olmuşlardır. Almanya Hun eyaleti devresi geçirmiştir. Roma İmparatorluğu’nun üzerinde kurulduğu İtalya Napolyon’a tâbi olmuştur. İspanya; önce Arap, sonra Fransız idaresine girmiştir. Dünya tarihinde fasılasız hürriyet ve istiklâlini muhafaza ve müdafaa etmiş bir millet vardır: Türkler.  Batı tarihinin millî kahramanı Versengetoriks kendisi talim ederek hemşerilerini kurtarmıştır. Bizim ona tekabül eden kahramanımız, hürriyetini kaybedeceğini anlayınca nefsini ateşe vermiş ve küllerini bile düşmanına teslim etmemiştir. İşte Türk budur.

İstiklâl Marşı’nın bu pasajı asırlar boyunca söylenmeli ve bütün yâr ve ağyâr anlamalıdır ki, Türk’ün Mete hikâyesinde olduğu gibi her şeyi, hatta en mahrem hisleri bile tehlikeye girebilir, fakat hürriyeti asla... Bu pasajı her vakit tekrar ettirmek bunun için lâzımdır. Bu demektir ki efendiler Türk’ün hürriyetine dokunulamaz !...”

İstiklâl Marşı’nın kabulünden ve yayınlanmasından kısa bir müddet sonra İstiklal Harbinin ve bütün Türk tarihinin en acı safhası başlıyordu: 10 Temmuz 1921’de saldırıya geçen Yunan ordusu çok hızlı bir gelişmeyle ilerliyordu. 13 Temmuz’da Afyon düştü. 17 Temmuz’da Kütahya ve 20 Temmuz’da Eskişehir Yunanlıların eline geçti. Halide Edip Adıvar o günleri anlatırken “Ankara her an düşebilir” diye kaydeder. Gerçekten Ankara da düşme tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyordu. Ankara halkı akın akın Kayseri, Kastamonu ve Sivas yollarına düşmüştü. Devlet merkezinin bile Kayseri’ye, hatta Sivas’a nakli hazırlığı başlamıştı. Mehmet Akif, bir çözülmeyi önlemek için bu düşünceye şiddetle karşı çıkmış ve hiçbir zaman Ankara’dan ayrılmamıştır.

Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Harbinin zaferle sonuçlanması ve Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra 1925’te Mısır’a gitmiştir. Bu konuda bazı araştırmacılar ailevi nedenlerle, bazı Cumhuriyet aleyhtarları ise “Şapka Devrimi”ne karşı olduğu için Mısır’a gittiğini belirtmişlerdir. Fakat hangi nedenle giderse gitsin, ne orada, ne de ölümünden kısa bir süre önce yurda döndükten sonra Atatürk ve Cumhuriyet aleyhinde yazmamış ve konuşmamıştır. Hatta bazı kaynaklar, Atatürk’ün hasta olduğunu öğrendiğinde “Benim eğer bir ömrüm varsa, Allah ona versin” dediği belirtilmektedir.

İstiklal Marşı Şairi Mehmet Âkif Ersoy, bütün özellikleriyle içimizden biridir. Vatanımızın bölünmez bütünlüğü, milletin birlik ve beraberliği konusunda son derece hassas bir vatan şairimizdir. O’nun şu mısraları, bugün de milletimize rehberlik edecek etkinliktedir.                                                                   

Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez 
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez 
Sahipsiz olan memleketin batması  haktır                             
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır  

İstiklâl Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy’u, bir defa daha rahmet, minnet ve şükranla andık. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.