Arabayla beraber cübbeyi de iade edebiliyor musun?
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez kendisine alınan lüks Mercedes’i iade edeceğini televizyon programında açıkladı... Gerekçe ise, işin yanlışlığı değil, ibret-i âlem için!..
İyi de hangi âlemlere ibret olacak orası belli değil... Başka ülkelerin, başka dinlerin lüks ve şatafat içinde yaşayan önderlerine, temsilcilerine veya memurlarına hava basılacaksa, bunları bilmek hakkımız... Kimdir bunlar; Müslümanlar mı, Hıristiyanlar mı, Budistler mi?
Eğer Papa’ysa olmaz, çünkü adam Türkiye ziyaretinde küçücük bir arabayla dolaştı... Dünyada antidemokratik yönetimleri meşrûlaştırmak için dinden yararlanan ‘memur din adamları’ dışında hava basabileceğimiz kimse yok... Bizim bu ‘asil’ tavrımız belki bunlara ibret olur!..
* * *
Evet, âleme ibret de, hangi âleme ibret? Muhalefete lâf yetiştiren Tayyip Erdoğan’a olabilir mi meselâ? Sarayla ilgili yapılan en ağır eleştirilerde bile “İade ediyorum” demedi, “Benim değil, milletin sarayı” demeyi tercih etti...
Mâlûm, itibardan tasarruf olmaz!.. İsrafı, yolsuzluğu ve sarayı kaynak olarak gösteren muhalefete ne diyor Cumhurbaşkanı: “Her yıl bu saraylardan nerede bulacaksın?”
Haksız sayılmaz!.. Kendi ‘yuvarlanmış’ ifadesiyle bir milyar dolarlık bu saraylar her yıl üremez... Yüz yılda bir olur, o da dünya liderine nasip olur!.. Muhalefet iktidar olunca sarayı sıfırladı diyelim, ya sonra? Sıkışınca saray bozdurma yöntemi pek akıllıca değil!..
* * *
Diyanet İşleri Başkanı’nın bu ‘iade’ resti muhalif siyasîlere ve basınaysa durum daha vahim demektir... Hem yapılan işlemi savunmak, hem de buna rağmen muhalefeti susturmak için ‘iade’ hamlesine güvenmek doğrusu acizlik... Üstelik buna ‘ibret-i âlem’ unvanı yapıştırmak, hepten çuvallamak!..
Bir Diyanet İşleri Başkanı’na yakışan ‘ibret-i âlemlik’ davranış şunlar olmalıydı:
O arabayı da, lojman dahil diğer lükslük iddialarını da baştan reddetmeliydi!..
Tarihe politize bir Diyanet İşleri Başkanı olarak geçme ihtimali yerine, Emevî ve Abbasî sultanlarına direnen İmam-ı Âzam’ı örnek almalıydı... Olmuyorsa cübbeyi fırlatıp atmalıydı...
Devletin hangi yöneticisi olursa olsun, ona yönelik ululama ve ilâhî vasıflar yakıştırma karşısında sesini yüksek sesle çıkarmalıydı...
Peygamber Efendimize yönelik incitici tavır geldiğinde, o tavır sahibine empati göstermek yerine, oturulan makamın hakkını vererek susturmalıydı...
İktidar mensubu, ailevî kadrolaşmayı izah ederken ‘Akrabayı kolla’ ayetini rezil bir şekilde çarpıttığında en gür sedayı çıkararak tövbeye çağırmalıydı...
Yolsuzluğa bin bir kılıf uydurmak için dinden referans çıkarmaya çalışan, kafalarına göre ‘hak edilmiş’ yüzdeler belirleyen güruha gereken dersi vermeliydi... Dinde ‘günah işleme özgürlüğü’ diye bir şey olmadığını ilân etmeli, bunu söyleyenlerin modern fitne ehli olduğunu duyurmalıydı!..
Açılım sürecinde Diyarbakır’a gidip, o resmî helâlleştirme tiyatrosunda rol alacağına, İslâm’da helâlleşme yetkisinin halifede bile olmadığını, bu yetkinin sadece mağdurlarda ve onların varislerinde olduğunu bildirmeliydi...
‘İbret-i âlem’ bu olurdu ancak... Sen bütün memuriyetini siyasî iktidarla paralel davranmaya ada, sonra da muhalefetin baskısına ancak aylar sonra ’lutfeder’ gibi tepki ver ve buna ‘ibret’ damgası vur!.. Üstelik bunu yaparken de siyasîlere taş çıkart... Çünkü kendisine yönelik eleştirileri, sanki kendisine değil de, aslında itibarsızlaştırılmak istenen Diyanet kurumuna karşı gibi sunmak bir siyasetçi kurnazlığıdır aynı zamanda...
İade edilmesi gereken sadece o araba değil, makamdır makam...