Apolitik bir minibüs yazısı
Mâlum, bugün 30 Mart ve seçim yasakları var... Siyaset dışı yazmamız gerekiyor... Aklıma yazı konusu olarak 70’lerden 80’lerin ortasına kadar çok güçlü esen arabesk fırtınası geldi... Denemeye çalışayım dedim, bugünkü kriminal ortamla o arabesk fırtınası bir araya gelseydi nasıl bir müzik kültürü ortaya çıkardı?
Orhancı ve Ferdici iki damar şeklinde hizalanan arabeskçilerden kim bilir neler doğardı değil mi? Önünüzde seyreden Topkapı-Parseller minibüsünün tamponunda şöyle bir el yazısı: “Kaderimse çalarım” ... Veya “Çal dedi gözlerin” ...
Oğlunun istediği mesleğe bir türlü kavuşamamasına içerleyen kamyoncu baba kamyonun kasasına şunu yazdırırdı herhalde: “Bir tek dileğim var, hırsız ol yeter!..” Beceriksiz oğul da “Hatasız kul olmaz/ Hatamla sev beni” cevabını içinde saklardı çaresizce...
Bindiğiniz tıkış tıkış minibüste Orhan Abi’nin müziğiyle terapiye başlıyorsunuz: “Çaldık çaldık başka çaldık/ Yolduk, yolduk durmadan yolduk / Hamdık, piştik, elhamdülillah...” Amansız rakip Ferdiciler de diğer minibüsten cevap veriyor tabii ki: “Yüzüme bakacak yüzün kalmamış/ Doğru bir kelime sözün kalmamış/ Aklını fikrini yalan bürümüş/ Sen de mi Leyla, sen de mi Leyla/ Güzel gözlerini hırs mı bürümüş/ Sen de mi Leyla, sen de mi Leyla...” Bilenler bilir, şarkının bu kısmında uzun hava başlıyor: “Karaya ak denilir mi/ Âmaya bak denilir mi/ Sen de mi Leyla, sende mi Leyla...”
Müziğe damgasını vuran iklim böyle olunca araba arkalarındaki yazılar da farklı olurdu elbette... Alın size bir buket: Çalışına kızlar, yoluşuna millet hasta... Aşıksan vur saza, hırsızsan bas gaza... Bir sabah uykusuna doyamadım, bir de paraya... Çalmaların ustasıyım, gözlerinin hastasıyım... Miras değil, ’kalın deri’... Bir parayı, bir de beni sakın unutma... Uykulu gözler, yolsuzu özler... Geç geldi desinler, parayı kaptırdı demesinler... Severek çalana günah sorulmaz... Sayarak ayrılalım, problem çıkmasın... Gülü bir gün, seni her gün soyacağım... Dünya dikenli bir hayat, çalanda mı kabahat?
Müslüm Baba “İtirazım var” diye seslenirdi her halde eski bir teypten... “Yalan dolu gözlere/ Durulmamış sözlere/ Dost olmayan yüzlere/ İtirazım var” diyerek aynen devam ederdi: “Ben hep yenilmeye mahkûm muyum/ Ben hep ezilmeye mecbur muyum/ İtirazım var bu yalan dolana/ Benim şu dertlere ne borcum var ki/ Tuttu yakamı bırakmıyor/ Benim mutlulukla ne zorum var ki/ Bana cehennemi aratmıyor...”
Yeni yetme bir Esengül ise karşı hattan seslenirdi sevdiğine: “Uzaklarda aramam, çünkü sen içimdesin/ Taht kurmuşsun kalbime, en güzel yerindesin/ Her an seni canımda ruhumda buluyorum/ Aşkınla sarhoşum ben, çılgınca seviyorum/ Artık anmak istemem ayrılığın adını/ Seninle alabildim hırsızlığın tadını...”
Arabeskte finaller bol acılı ve kötü olur... Senaryo yazarlarının tembelliği yüzünden roller hep aynıdır, Küçük Emrah’ın annesi genellikle zor durumdadır... ‘Yuvasız Kuşlar’ın Ferdi Baba ise isyan hâlindedir... “Bu kadeh senin şerefine” diye seslendiği Emmoğlu’na “O türküyü bir daha çal, gene çal” deyince, Emmoğlu ‘çal’ talimatını yanlış anlayarak türküyü mülkiyetiyle çalar... Yakınından yediği darbeyle derbeder olan Ferdi Baba asılır yanık yanık: “Ben de bu dağların nesine geldim/ Meleşir kuzular sesine geldim/ Bir garip ölmüş de yasına geldim/ Geldim emmoğlu...”
Her sanat eseri ait olduğu devrin özelliklerini yansıtmakla birlikte, kaçınılmaz bir son, yaprak dökülme mevsimi, kaçınılmaz hazan vardır... Onu da seslendirmek Orhan Abi’ye düşer: “Ne sevenim var, ne soranım var/ Öyle yalnızım ki/ Çilesiz günüm yok, dert ararsan çok/ Öyle dertliyim ki/ Bana kaderimin bir oyunu mu bu/ Aldı sevdiğimi verdi zulümü/ Dünyaya doymadan göçüp gideceğim/ Yoksa yaşamanın kanunu mu bu?”
Seçim yasakları dolayısıyla siyaset dışı yazmak ancak böyle oluyor... Ne diyelim: “Batan güneş beni de al/ Dönmem artık bu yerlere/ Felek sanki inat etmiş/ Bütün kastı çalanlara...”