Anneler, ah anneler!
Dün, “Anneler Günü” idi ve “Anavatanımız” dün annelere, “Altı evladı tabutlar içersinde, ’günün hediyesi’olarak takdim etti.”
Bildiğiniz hikâyedir.
Delikanlının sevgilisi, “Benimle evlenmek istiyorsan bana annenin yüreğini getir” der, erkek de gider annesini keser, yüreğini söker ve sevgilisine sunmak için koşmaya başlar. Koşarken ayağı takılır, tökezler. İşte o anda elinde tuttuğu anne yüreğinden bir, “Hi!..” sesi yükselir. Az önce kendisini öldürüp göğsünden kalbini söken evladı tökezlediği için, “Oğlum düşecek de bir yeri incinecek” diye annenin yüreği acımıştır. Böyle bir evlat için bile acı duyan anne yüreği vatan borcunu ödesin dönsün de mürüvvetini göreyim diye yollarını gözlediği ve varlığı ile huzur ve gurur duyduğu oğlunu tabut içinde gördüğünde kaynar bir yağ kazanına düşmüş gibi acı duymaz mı!
Duymaz olur mu hiç!
Evet, on yıllardır binlerce annenin yüreğine bu ateş düştü, düşmeye devam ediyor. Bereket ki vatan için ölenler şehit oluyor. Şehit demek “Cennet” demek, “Şehit” demek, “Allah’ın rızası” demek. Müslüman için varlığın, ömrün ve her şeyin hedefi “Allah’ın rızası” olduğu için şehitlerimiz kara toprağa “Bir gül bahçesine girer gibi” isteyerek ve gülerek giriyor, annelerimiz de şehit olan evlatlarının ölmediği şuurunda oldukları için bu acıya başka annelerden daha kolay tahammül edebiliyor. İşte kimi mihraklar bu sırrın gücünü bildikleri için, “Şehitlik ve gazilik kavramları kaldırılsın” diye yıllardır bin dereden su getirmeyi, “Batıcılık” ve “Laiklik” adına sürdürüyor, Avrupa Birliği de onları bu konuda yalnız bırakmıyor...
Ah TESEV ah..
Seni kimler uğraştırır bu “Şehitlik ve gazilik” değerleriyle ha!
Aslında bu millete “Çağdaş uygarlık düzeyi” olarak gösterilen Batı’da “Anne-Baba” evlatlar için “Kurtulunması gereken varlıklar” dır ve onlar için aile “tükenmiş bir kurum” dur. Öyle olduğu için Avrupa sokak ve parklarında çocuklarını değil köpeklerini gezdiren anneler görürsünüz. Üzülerek ifade edelim ki, bu millele de aynı “değerler” pazarlanmaya çalışılmaktadır. Sürekli olarak “Bireyin öneminden” bahsedilmesi ve aile müessesesinden tutunuz da devlete varana kadar bütün sosyal yapılanmalara karşı “Bireyin güçlendirilmesi” hedefinin gösterip gözetilmesinde işte bu tuzak yatmaktadır. Oysa Türk milleti için anne baba “kurtulunması gereken varlıklar” değil, yaşatılıp duası alınması gereken en kutsal değerlerdir. Hasan Basri Hazretleri Hac’da sırtında babası ile tavaf eden birine, “Sırtındaki bu yük niye” diye sorduğunda şu cevabı alır:
“- O yük değil, babamdır!”
Bu millet ve gerçek Müslüman işte budur. “Baba” böyle ise “Anne” nin değerini varın artık siz hesap edin..
Öyle olduğu içindir ki bu toprağın evladı annesi için, “Anne başta taş imiş/Her derde ilâç imiş/ Bir evlât pîr olsa da/ Anaya muhtaç imiş!” demiştir. Batı kültürü ile yetişen ve bu sözleri sadece şiirdeki kelimeler olarak anlayan bir Batılı şu “sıradan gibi” gözüken ve fakat aslında ciltler dolusu bir “milli kültür” oluşturan şiiri asla anlayamaz.
Biz biraz açalım..
“Pîr” biliyorsunuz saçı başı ağarmış, bir ayağı mezarda insan demektir. Böylesi bir kişi nasıl olur da “Hâlâ anaya muhtaç” olabilir? Yoksa bu sözler “Kafiye olsun” torba dolsun diye mi yazılmıştır. Elbette ki hayır. Daha ilk mısradaki “Taç” tan son mısradaki “muhtaç” a kadar cümlesi ya bir Kur’an Ayeti, ya bir Hadisi şerif mealidir.
Müminler cennette taç giyerler.
Anne rızasını alamayan için cennet de cennet tacı da çok zordur. Demek ki gerçekten de “Anne başta taç” imiş.
Peki, yaşı doksanı geçmiş bir “Pîr” bile neden hâlâ anneye muhtaçtır? Bu sözün dünyevî ve ahrete yönelik iki anlamı vardır. Ahrete yönelik olana kısaca değindik.
O “Pîr” bu haliyle kendi çocuklarının şefkat ve merhametine mahkûm değil midir? Elbette öyledir!.
Peki, evlatlardan bu şefkat ve merhameti bulmanın kaynağı nerededir?
Tabii ki anne babaya gençlikte gösterilen şefkat ve merhamettedir. Nitekim Peygamberimiz, “Anne babanıza ihsan ederseniz çocuklarınız da size ihsan eder” buyurmamış mıdır?
Bu satırlar senin ve bütün anneler için anneciğim!