Anlayanlar anlamayanlara anlatsın
Cumhuriyet gazetesi davasının en başından bu yana iddianameden de, tanık sıfatıyla konuşanların iddialarından da, gazete ve televizyonlarda tartışılan konulardan da anlamadığım;
- Gazetenin tiraj kaybı,
- Gazetenin yazar/yöneticileri arasındaki fikri çekişme,
- Gazetenin yazar/yöneticileri arasındaki çekememezlik,
- Gazetenin ideolojik dönüşüme uğraması,
- Gazetenin okurlarıyla arasının açılması,
Türk Ceza Kanunu'ndaki hangi maddeye göre "suç"?
Bir gazetenin için için kaynıyor olması hangi "suç"un kapsamına giriyor kanunlarımıza göre?
***
Cumhuriyet gazetesi davasındaki ilk tahliyelerden -son tahliyeler de dahil- itibaren anlamadığım;
- Haklarındaki suçlamalar aynı olan,
- Haklarındaki deliller(!) aynı olan,
- Haklarındaki tanıklıklar aynı olan,
- Haklarındaki tahliye talep ve gerekçeleri aynı olan gazeteci, yazar ve yöneticiler hangi kriter uyarınca farklı zamanlarda salıveriliyorlar?
***
Cumhuriyet gazetesi davasının son duruşmasında anlamadığım;
- "Boğazı görmek istiyormuş, görsün" diye,
- "Annesi ermiş, üzülmesin" diye "tahliye gerekçesi" olur mu?
Peki...
- "Kaptan gemiyi en son terk eder" diye tutukluluk gerekçesi olur mu?
Hangi kanun maddemizde yazıyor bu?
***
Ve...
Türkiye'de artık neredeyse kanıksanır hale gelen "adalet(!)" anlayışında anlamadığım;
İnsan ömrü -birçok meslektaşımızın hapsedildikleri hücrelerde "pardon" denilene kadar yaşamasının engellendiği her bir gün de ömre dahil nihayetinde- bu kadar ucuz mu?
"Özgürlük" gibi insanoğlunun uğruna savaşa bile girdiği bir "hak"kın mahrumiyeti çok daha ciddi bir üslubu ve mutlaka hukuki karşılığı tartışmasız gerekçeleri hak etmiyor mu!
GÜNÜN SÖZÜ
"Milyonlarca insanın aynı kötülükleri paylaşması o kötülükleri erdeme dönüştürmez; aynı hataları yapmaları o hataları doğru kılmaz."
Erich Fromm
***
Kurt gibi ulusalar nafile...
İdeolojilere moda olunca giyip, demode olduğunda çıkarılacak "gömlek" muamelesi yapan, hedefine varmak için "gerekirse papaz elbisesi giymeye" hazır bir siyasi anlayışı ciddiye alıp da uzun uzadıya yazmaya değecek bir durum yok ortada.
AKP'liler değil "bozkurt" yapmak kurt gibi ulusalar değiştiremeyecekleri bir şey var:
"Bozkurtların sana hayırlı olsun. Ben bozkurtla dolaşmıyorum. Ben eşrefi mahluk olan insanlarla dolaşıyorum" ifadesi, Türk siyasi tarihi boyunca, Türk Milliyetçilerine yöneltilmiş en ağır hakaretti!
Ve böyle bir hakareti, "Yarabbi şükür" deyip sineye çekmeye müsait değildir Türk Milliyetçilerinin tıyneti.
***
Benden uyarması....
MHP'nin en önemli kalelerinden birinde, MHP'li tabandan gelecek her bir oya muhtaç olarak gidilen Başkanlık seçimi öncesi sergilenen "bozkurt" illüzyonuna kanan varsa;
Bozkurt işareti yaptığı için açığa alınan polisin ahı tutar!
Bozkurt işareti yaptığı için görevden alınan öğretmenin ahı tutar!
Bozkurt işareti yaptığı için terörist muamelesi gören üniversitelinin ahı tutar!
Bozkurt işareti yaptığı için tutuklanması talep edilen Uşaklı kadının ahı tutar!
AMA HANGİ DOST!
Savunma sanayiinde "Elde ettiğimiz her başarı bizimle birlikte dostlarımızın da yüzünü güldürüyor" muş! "Elde ettiğimiz her ürünü dostlarımızla paylaşıyor" muşuz!
Keşke de hangi dostlarımız?
"Tek Millet" olduğumuz Azerbaycan'ı saymazsak, bulunduğumuz coğrafyada "dostumuz" diyebileceğimiz ülke mi kaldı?
ATSIZ'DAN HİKAYELER
Bu kadar "bozkurt" konuşulan bir günde, iklime uygun olarak, "Bozkurtlar"ın yazarından Atsız'dan bir kitap haberi vermek istedim size:
- Hikayeler.
Ötüken, muhtemelen çoğunuzun arşivinde bulunmayan, yepyeni bir Atsız eserini, kitabın önsözünü yazan Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun'un ifadesiyle "Atsız'ın sanatında en az yer bulan bölüm"ü oluşturan hikayeleri bastı.
Atsız'ın ömrü boyunca yazdığı ve ilk dördü 1931'de Atsız Mecmua'da, beşincisi 1941'de Ötüken'de yayımlanan toplam beş hikayeyi içeren kitabı, kendiniz de okursunuz okumasına da, bana soracak olursanız, çocuklarınızın kitaplığında bulunmalı mutlaka...