Sevr Antlaşması başta olmak üzere yakın tarihimizde meydana gelen olaylara bakıldığında bölgede gerçekleştirilmek istenen senaryonun hedefi Kuzey Irak’tan başlatılan projeye Irak, Suriye, Türkiye ve İran olmak üzere 4 ülkeden toprak alıp sözde büyük Kürdistan’ı kurmaktır. Bu sebeple IKBY’de meydana gelen kriz referandumdan ibaret olmayıp büyük bir oyunun bir parçası ve ürünüdür.
Irak devleti kurulduğu günden beri aralıklarla bir Kürt sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak bu sorunun en belirgini Saddam döneminde Irak Hükümeti küresel güçlerin dayatmaları sonucunda 11 Mart 1970 tarihinde ilan ettiği beyanname ile Erbil, Süleymaniye ve Dohuk vilayetlerini kapsayan özerk Kürt Bölgesini kabul etmiştir.
Bu beyanname arzu edilen projenin temelini oluşturmakla birlikte Kürtler için bir manifesto niteliğinde olmuştur. Özerk bölgeye Kerkük şehrinin de dahil edilmesi talebi ‘baba Barzani’ liderliğindeki KDP ile Bağdat Yönetimi arasında uzun bir süre tartışmalara yol açmıştır. Her iki taraf arasındaki görüşmelerden sonuç alınamayınca plebisite “referandum” yapılması üzerinde anlaştılar.
Taraflar, Türkmenlerin desteğini almak için yoğun görüşmeler başlattılar. Diğer bir ifade ile Türkmenlerin yoğun bulunduğu bölgelerin kaderi konusunda Türkmenler her iki taraftan birini seçmek zorunda bırakılmışlardır.
Bu görüşmelerin ardından hem Bağdat hem KDP yönetimi Türkmenlerin görüşlerini ve fikirlerini almak amacıyla Bağdat’ta yerleşik Türkmen Kardaşlık Ocağı yetkilileriyle bir dizi görüşmeler başlattılar. Ancak her iki taraf Kerkük ve diğer Türkmen bölgelerinde çoğunluğun Türkmenlerden oluştuğu bilincine vardıkları için referandum yapılmasından vazgeçtiler. O tarihte veya Lozan Görüşmeleri sırasında referandum yapılmış olsaydı Kerkük bir Türkmen şehri olarak tescil edilmiş olacak ve bugünkü tartışmalara yer verilmeyecekti.
Geçen zaman içerisinde bölgede gelişen farklı olaylar nedeniyle ABD’nin Kuzey Irak ile ilgili planının değişmesiyle Irak ile İran arasında 1975’te Cezayir’de imzalanan antlaşma sonucunda Irak’ın kuzeyindeki Kürt hareketi devre dışı bırakılmıştır. ABD’li yazar Geoff Simons’un, Future Iraq adlı kitabında; ABD’li bir diplomatın ‘’Neden Kürtleri yarı yolda bıraktınız’’ sorusuna ‘’Büyük balıkların kızartmaya hazır olduğunu’’ ifade ettiği yer almaktadır.
Kürt lider Barzani İran tarafından yapılan lojistik yardımın kesileceğinden Peşmergelere; çarpışmaların devamının mümkün olmayacağını ve kendisinin İran’a iltica edeceğini, arzu edenin kendisiyle gelmesini, istemeyenin de köyüne dönmesini söylemiştir.
Zaten Cezayir dönüşü Saddam genel af çıkardı ve Peşmergelerin büyük bir bölümü Kuzey Irak’taki köylerine döndüler. Barzani ise daha sonra İran’dan ABD’ye iltica etmiş ve 1979’da da burada vefat etmiştir.
Simons’un ifadesine gelince, Irak elde edilen çok yüksek rakamlardaki petrol gelirlerinin büyük bir bölümünü silah ve mühimmat satın almaya tahsis etmiş ve 1980’de başlayıp 8 sene süren İran’la savaş başlatmıştır. Kürt hareketinin sesi ve soluğu 1988’e kadar çıkmamıştır.
YENİ TUZAK KUVEYT: Savaş bitti. Saddam için yeni bir tuzak hazırlandı. Kuveyt’in Irak’a ait olduğunu iddia eden Saddam aynı zamanda Basra petrollerinden Kuveyt’e haksız para aktarıldığını iddia etmesiyle eş zamanlı 12 Nisan 1990 tarihinde ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Bayan April Glaspie’nin katılımıyla Bağdat’ı ziyaret eden 5 ABD’li senatör, Saddam Hüseyin’e ABD medyasında hakkında yazılanların yanlış olduğunu ifade ederek kendisine övgüler yağdırmışlardır.
Daha sonra tekrar ABD’li bayan büyükelçiyle görüşen Saddam, Kuveyt’le ilgili ihtilaflarından söz etmesinin ardından Büyükelçi; “bu sizin iç meselenizdir, bizim müdahil olmamız yanlış olur, aranızda dilediğiniz gibi çözebilirsiniz” yanıtını vermiştir.
Büyükelçinin bu yanıtından cesaret alan Saddam ani bir kararla 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgal etti. Tüm dünya Saddam’ın Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesini istedi. BM ardı ardına birçok kararlar aldı. Ancak Saddam Kuveyt’ten çıkmamak için direnmeye devam etmiştir.
Bu durum karşısında ABD beklenmedik bir kararla yan çizmeye başladı ve Saddam Hüseyin’in acilen Kuveyt’ten çıkmasını istediler. İşte ABD’nin halen uygulamakta olduğu “Tavşana kaç tazıya tut” siyaset modelinin bir örneğidir. Böylece ABD, daha sonra BM kararlarına dayanarak koalisyon gücü oluşturmuş ve Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarmıştır.
ABD’nin askeri müdahalesi sonucu Irak’ın Kuveyt’i işgali ağır bir yenilgiyle sonuçlanmıştır. 2 Mart 1991 tarihinde Basra şehrine yakın Safwan kasabasında ABD Generali Schwarzkopf ile Irak Generali Sultan Haşim arasında tarihte eşine rastlanmayan bir ateşkes anlaşması imzalanmıştır.
Ateşkes antlaşmasında yer alan Irak’ın kuzeyi ve güney bölgelerine uçuş yasağı uygulanması ile ilgili maddeden cesaret alan ve ABD’nin teşvikiyle Kuzey’deki Kürtler ve Güney’deki Şiiler, 31 Mart 1991 tarihinde ayaklandılar. Kuzey Irak’taki ayaklanmanın en büyük hedefi Kerkük olmuştur. Kerkük’te büyük bir kargaşa yaşanmaya başlandı ve bu arada Kerkük tapu, nüfus ve emniyet daireleri gibi önemli arşiv vasfını taşıyan kurumlar talan edildi.
Her ne kadar ABD bu ayaklanmaları teşvik ettiyse de, uçuş yasağına helikopter uçuşları dahil edilmediğinden, Saddam’ın bu olayları bastırmasına da aynı ABD göz yummuştur. Böylece Bağdat’tan yola çıkan Irak ordu birlikleri 26 Mart’ta Tuzhurmatu ve Tazehurmatu’ya ulaşmalarıyla birçok masum Türkmen vatandaşını kurşuna dizdiler. Ayrıca en büyük dram ise 28 Mart 1991 tarihinde Altınköprü’de yaşandı. Irak ordusu Altınköprü’de benzeri görülmemiş bir vahşete sebep oldu. 104 masum Türkmen vatandaşı ayaklanmaya kalkıştıkları gerekçesiyle yargısız kurşuna dizildiler. Kurşuna dizilenler arasında hiçbir şeyden haberi olmayan küçücük çocuklar bile vardı.
Böylece Saddam’ın orduları helikopter eşliğinde Kuzey’e saldırdılar ve çoğunluğu Kürtlerden oluşan aralarında Türkmen ve Süryanilerin de bulunduğu yüz binlerce Iraklı sınırı geçerek Türkiye ve İran’a sığındılar.
GÜVENLİ BÖLGE SENARYOSU: ABD’nin Nisan 1991 tarihinde bu olayları gerekçe göstererek alelacele öne sürdüğü tasarı ile BM’in 688 sayılı kararı kabul edilmiş ve Kuzey Irak’ın 36. Paralelinde, Güvenli Bölge inşa edilmiştir. Buna paralel olarak ABD’nin başta Fransa ve İngiltere ile birlikte almış olduğu kararı onaylayan Türkiye Cumhuriyeti, İncirlik Üssü’nde bir “Çekiç Güç” kurulmasına izin vermiştir.
İlginç olan bu hususta TBMM’de Çekiç Güç tezkeresinin her 6 ay yenilenmesine ilişkin her görüşmede muhalefet partilerinin de bu uygulamanın ileride bağımsız bir Kürt devletinin oluşmasına yol açacağı konusunda eleştiriler ileri sürmeleriydi. Ancak iktidar olduklarında ses çıkarmadılar ve Çekiç Güç’ün varlığı 2003’e kadar devam etmiştir.
Türkiye bu süreçte Irak’ın hem toprak bütünlüğünü savunarak hem de güvenli bölge inşasını zımnen kabul ederek çelişkili bir politika izlemiştir. Genelde o dönemde Türkiye’deki yaygın kanaat, güvenli bölgenin Türkiye’nin talebi üzerine inşa edildiği yönündeydi. Bize göre ise güvenli bölgenin inşası Türkiye’nin arzusu dışında gelişmiş olduğu şeklindedir ve o dönemdeki Türk yöneticilerinde ise bu durumun uzun süre devam etmeyeceği kanaati vardı.
Yukarıda belirtildiği gibi Kerkük’ün 1991’de kurulan güvenli bölgenin dışında bırakılması Türkiye için stratejik bir tercih olmuştur. Bu tercihin arkasında yatan Kerkük petrollerinin zenginliği ve Kuzey’de bağımsız bir yapıya engel olmaktır. Diğer bir görüşse Türkiye’nin Kerkük’ün herhangi bir etnik grubun değil tüm Iraklıların denetimi altında ve bunun da merkezi hükümete bağlı olmasını istemesidir.
6 ay dedi 13 yıl devam etti
Bize göre Kerkük’ün yukarıdaki belirtilen her iki stratejik nedenden dolayı güvenli bölgeye kabul edilmemesinin doğru olduğu varsayıldığında yine 36. Paralel kapsamında yer alan 400 bin nüfuslu katkısız Türkmen ilçesi olan Telafer ve Kerkük dahil diğer Türkmen köyleri neden güvenli bölgeye dahil edilmedi?
Ayrıca Türkiye’nin o dönemde Kuzey Irak içindeki etkinliğinin zayıflatıldığı dikkate alındığında bu durumun perde arkasında yer alan dış güçlerin oyunu olacağı ihtimalinin yüksek olduğu ve aynı durumun günümüzde devam ettiği görülmektedir.
Ekim 1992 tarihinde Türkmen temsilcisi olarak bizim de katıldığımız Irak’lı muhalefetin düzenlediği toplantıda ileri sürülen 3 nokta üzerinde durmak istiyorum. İlki, Kürtlerin tezi olarak ilk defa Irak’ta federatif bir yapının oluşturulması ve Kürtlerin Irak’ın toplam genel nüfusuna göre %17’lik bir oran teşkil ettikleri dolayısıyla siyasi, idari ve herşeyin paylaşımı bu orana göre yapılması talep edilmiştir.
ÖZAL YANILTILDI: Irak muhalefeti Selahaddin toplantısının akabinde bu satırların yazarı bir heyetle İstanbul Harbiye Orduevi’nde dönemin Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal ile görüşme yapmış ve bu görüşme esnasında güvenli bölge konusu, Türkmenlerin karşılaştığı sorunlar, mülteci sorunları ve Türkiye’nin güvenliğini de ilgilendiren konular görüşülmüştür.
Öncelikle, Selahaddin toplantı salonu girişinde duvara asılı ve Türkiye’nin de güneydoğusundaki bazı şehirleri içine alan çektiğimiz Kürdistan haritasının fotoğrafını kendisine gösterdik.
Ayrıca kendilerine 36. Paralel üzerinde oluşturulan güvenli bölgede teknik bir hata olduğunu; şöyle ki, Süleymaniye paralelin dışında olmasına rağmen paralelin içine alınmış ancak Musul yakınlarındaki Telafer ve diğer Türkmen köyleri paralelin içinde olmasına rağmen dışında kaldığını söyledim.
Rahmetli Özal’a Kerkük’ün de neden güvenli bölgeye dahil edilmediği sorulduğunda, “Bush’la bire bir görüşüyorum. Bu geçici bir durumdur. En fazla 6 ay devam edecek ve durum eski haline dönecektir.” diye cevaplamıştır.
Güvenli Bölge, Saddam’ın düşmesine kadar devam etti ve Saddam sonrası legal sürece girerek Irak anayasasında yer aldı. Çekiç Güç’ün konuşlandırılmasıyla muhalefet partilerinin itirazlarına rağmen TBMM’de yine Saddam düşene kadar devam etmiştir. Diğer taraftan Çekiç Güç’ün PKK militanlarına o dönemde ve daha sonraki dönemlerde yardım ettikleri defalarca güvenlik mensuplarınca tespit edilmiştir. Çekiç Güç hangi amaçla konuşlandırıldı? Neye hizmet etti? Bunların hepsi bir plan ve projenin gereği değil midir? Günümüzde bunların hepsinin sorgulanması gerekmez mi?
1992-2003 arasında sözde Kürdistan tezinin meşrulaştırılması için farklı çalışmalar devam etmiştir.
1995’teki Dublin süreci ve Saddam ile Barzani aralarında gizli bir antlaşma yaparak Talabani’yi Erbil’den çıkarma planı kapsamında 31 Ağustos 1996 tarihinde Irak ordusu Barzani’nin isteği üzerine 36. Paraleli aşarak 350 tank ve 30-40 bin civarında askerle büyük bir askeri operasyon sonucu Erbil’e girmiştir.
Erbil şehri ABD, İngiltere, Fransa uçaklarının denetimi altında olmasına rağmen bu ülkeler Irak saldırısına seyirci kalmışlardır. Yani uluslararası hukuk istenildiği gibi çalıştırılabilir. Bu arada Saddam’ın askeri birlikleri Erbil’e girdiklerinde CIA elemanlarının büyük bir bölümü şehri çoktan terk etmişlerdir.