Anı yazmak, Sümeyye ve Işıl...
Kolay değildir her anıyı yazmak, hele de ünlülerle düşüp kalkmışsanız, onların olumsuz yanlarına da değinecekseniz ve bu bağlamda işe gazeteci yöntemiyle girişecekseniz... Yani Ali küser, Veli'ye ayıp olur, Hasso'nun hatırı var, demeyecekseniz...
Bu kadar mı? Yok değil. Dostlarınızı ya da bir zamanlar dost olduklarınızı da yazacaksınız doğal olarak, onlar hakkında da nesnel, yansız ve duygudan arınık olmanız gerekecek.
Yazar Haldun Çubukçu, bazı kitaplarımı okuyup, sosyal medya paylaşımlarımı görünce ve geçmişimi de öğrenince; yayıncım, dostum İsmet Arslan'a benim mutlaka anılarımı yazmamı söylemiş. Bende çok özel anekdotlar ve bilgiler olduğunu tahmin ediyormuş.
Tahminde tam isabet... Zaten elimde tanıdığım ünlülerle ilgili olarak bazı yayın organlarında yayımladığım yazılardan oluşan bir dosyam vardı. Bu dosyaya başka yaşanmışlıklar ve görsel malzemeler eklemekteyim. Neredeyse bitti. Nisan ortalarında yayınevine gider.
"Anı yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır" der Andre Gide, evet kurtaracağım, onlar benimle mezara gitmeyecekler. Refik Durbaş "Ölüm yalnızca anılara söz geçiremiyor" der ki o da doğru...
Ve bu anılar çok gürültü koparacaklar. "Anı, kovulmayan tek cennettir" der Richter, benim böyle bir cennetim olmayacak; hakkında yazdıklarımdan sağ olanlar ateş püskürecekler, ölmüş olanların yandaşları ise küfür yağdıracaklar şurada burada (her zaman yaptıkları gibi). Oysa ben yüzleşilsin, hiç kimse, hiçbir neden ve gerekçeye sığınmasın, toplumsal statüsü ve karizması ne olursa olsun hiç kişilik herhangi bir kutsal örtünün arkasına gizlenmesin istiyorum. Bu dediklerim yapılmazsa gelecek kuşaklara ihanet etmiş olacağımızı düşünmekteyim. Tam burada Murathan Mungan'ın o sözü geliyor yâdıma: "Hiçbir geçmiş yüzleşmeden aşılamaz."
Benim derdim hesaplaşma, ayna tutmak yüzlere, birilerinin makyajını akıtma ve bazı dostlarla yaşadığım hoş anıları okurla paylaşma, edebiyat ve siyaset tarihine geçirmedir.
Önümde Sümeyye, arkamda Işıl
Otobüsün birli koltuklarının birinde oturmuşum; önümde Sümeyye, arkamda Işıl...
Kimlik kontrolünde duydum, iki Türkiye'den bu iki bayanın adlarını...
Sümeyye, İslam tarihinin şehit olan ilk kadın sahabesi imiş. Onun adını komuşlar. Sonra da örtülere sarmışlar, yüzü ve elleri dışında...
Ne var ki bu örtüler sarkık sarkık etlerini örtesi değil; yemiş, içmiş, et tutmuş. Ellerini gördüm bir ara altın dolu ve apak. Belli ki çalışan eller değil, vurmamış soğuktan sıcağa.
Uyumak derdinde Sümeyye. Ayçöreği biçiminde bir yastık var elinde; geçiriyor boynuna, alıyor uyuma vaziyetini, olmuyor olmuyor... Hiçbir pozisyon yaramıyor.
Sıkıcı bir izlence, bence... Gündüz gözüyle bir karabasan.
Arkamda ise Işıl. Işıl ışıl... Işıltısı arkadan öne vuruyor. Moladan dönerken gördüm yüzünü ayrıntısıyla.
Gözleri de ışıl ışıl gerçekten. Giyimi yolculuğa uygun, makyajı abartısız, saçları özenle taranmış. Öğrenci sanırım bir yüksekokulda... Telefon konuşmalarına kulak kesiliyorum arada. Sesi, sohbeti pek hoş, nükteler yapıyor, küçük kahkahalar atıyor.
Önümde Sümeyye, arkamda Işıl... İki Türkiye işte... Ben de bu iki Türkiye arasında Ankara yolundayım.
Gidelim bakalım ne olacak bu ikiliğin sonu.