Türkiye Cumhuriyeti’nde her sabah çocuklar tarafından büyük coşkuyla okunan andımız, 14 Mart’ta bir kez daha kaldırıldı. Danıştay 8. Dairesi, 2018 yılında “Andımız kaldırılamaz” demişti. Karara MEB itiraz etmişti. Bunun üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu da 14 Mart''ta 8. Daire’nin kararını iptal etmiş ve Andımız''ı kaldırmıştı.
Andımız tartışması yeniden alevlenirken, siyasetin de gündemini oluşturdu. Andımızın kaldırılmasına kendini ‘liberal’ olarak tanımlayan ya da çevreleri tarafından liberal olarak tanımlanan yazarlardan da olumlu görüşler geldi.
Oda TV, liberal gazetecilerin andımız hakkındaki yorumlarını, "Andımız kararını alkışlayan Liberal solcular" başlığı ile manşetten verdi. Sabah yazarı Melih Altınok, Posta gazetesi yazarı Oral Çalışlar, Karar gazetesi yazarı Yıldıray Oğur ve T24 yazarı Aydın Engin bugünkü köşelerinde konuyu ele alarak, Andımız kararını değerlendirdi.
Oda TV''nin "Andımız kararını alkışlayan Liberal solcular" başlığı ile verdiği haber şu şekilde:
ANDIMIZ İÇİN NE DEDİLER
Melih Altınok, "Zorunda mıyım", Oral Çalışlar, "‘Andımız’ krizi...", Yıldıray Oğur "Andımız olduğuna emin misiniz", Aydın Engin ise "Yine Andımız üstüne…" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Altınok, "Her sabah okula girerken küçücük çocuklara asker gibi yeminler ettirilmesini doğru bulmuyorum. İçeriği ne olursa olsun..." derken, "Hiç kimsenin, faşizmin tüm dünyada yükseldiği İkinci Dünya Savaşı öncesi, Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip''in ''zamanın ruhuna'' uygun kafayla kaleme aldığı bir yemini her sabah tekrar etmeye mecbur bırakılamayacağını düşünüyorum" diye belirtti.
Oral Çalışlar ise “''Türküm doğruyum, çalışkanım...'' diye başlayan ve her sabah ilköğretim okullarında okutulan ‘Andımız’, 1933 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından hazırlandı ve uygulamaya konuldu. Daha sonra askeri vesayet dönemlerinde (1972 ve 1997 yılında) çeşitli değişikliklere uğrayarak bugünkü halini aldı. 2013 yılında Hükümet, bu metni hak ve özgürlüklere aykırı bularak, Andımızın okullarda okunmasına son verdi" derken, "CHP ve MHP ilk günden beri ‘Andımız’ın okutulmasını savundu. Hükümete ağır eleştirilerde bulundular, cumhuriyet değerlerine aykırı davrandığını belirttiler" dedi.
Yıldıray Oğur da Andımız için, "Ama bazılarımız için yıllarca kimliklerinin inkarının bir simgesi, eski dünyaya ait otoriter bir metin, ''varlığım armağan olsun'' gibi hiç de pedegojik olmayan bir metin" derken, "Bu kadar insanın rahatsız olduğu bir metni her sabah başkalarının çocuklarına okutmaktan ideolojik haz duyanların bu ülkedeki fikir özgürlüğü, hukuk, demokrasi sorunlarma çare olması mümkün mü?" dedi.
Oğur ayrıca, "Yazarından, ekleme yapanına, işkence de kullanan darbecisine kadar kötü hatıraları depreştiren, okundukça tam tersine toplumun bir kesiminin aidiyet hislerini yaralayan böyle bir andı ısrarla tatlı çocukluk hatırası olarak dayatmak ve ondan ''Andımız'' diye bahsetmek... Hayır maalesef bu bizim andımız değil, ama zannettiğiniz gibi sizin andınız da değil" ifadelerini kullandı.
Aydın Engin de Andımız''ın sözlerine karşı çıkarken, tek tek sözleri ele aldı. Engin, "Her sabah ''Türküm'' diyen çocukların içinde Balkan Savaşı''ndan itibaren göç dalgalarıyla gelmiş Müslüman Boşnak, Pomak hatta Arnavut çocukları da vardı" derken, "Bu çocukların tümü de her sabah ''Türküm'' diye başlayan Andımız''ı okumak zorundaydı. Çocuk bilinçlerinde bu ''çelişki'' kimilerinde cılız, kimilerinde çok güçlü ve keskin olarak yer etti" dedi.
Engin ayrıca, "''Eğer Türk''sen doğrusun, yalan senden uzaktır. Çalışkansız. Tembellik senden uzaktır'' vurgusu çok açık. Peki her sabah milyonlarca çocuk güne niye böyle bir ''yalan''la başlatılır? Daha çocukken ve büyüdükçe yalancılar ve tembeller olduğunun, hem de sayıları azımsanmayacak kadar çok olduğunun görülmeyeceğini, bilince çıkarılamayacağını sanmak ve ummak nasıl bir aymazlıktır?" diye de ekledi.
İşte sırasıyla o yazılar...
Melih Altınok''un yazısı şu şekilde:
Danıştay''ın, iktidarın 2013 yılında "Andımız"ı kaldıran düzenlemesini onaylamasının ardından eski tartışmamız yeniden alevlendi.
Anamuhalefetteki CHP''nin yanı sıra Cumhur İttifakı''nın ortağı MHP de kararı sert şekilde eleştiriyor.
Millet İttifakı''nın bileşeni HDP''liler ise ölü taklidi yapıyor.
2013 yılında Andımız kaldırılırken bu işe destek veren liberal ve sol çevrelerden de çark edenler olduğunu görüyorum.
Benim fikrimi sorarsanız, o günlerde ne demişsem aynısını söylüyorum.
Öncelikle her sabah okula girerken küçücük çocuklara asker gibi yeminler ettirilmesini doğru bulmuyorum. İçeriği ne olursa olsun...
Hiç kimsenin, faşizmin tüm dünyada yükseldiği İkinci Dünya Savaşı öncesi, Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip''in "zamanın ruhuna" uygun kafayla kaleme aldığı bir yemini her sabah tekrar etmeye mecbur bırakılamayacağını düşünüyorum.
Birinci Türk Tarih Konferansı''nda Türk''ü "uzun boylu, uzun beyaz simalı, düz veya kemerli ince burunlu, muntazam dudaklı, çok kere mavi gözlü ve göz kapakları çekik değil, badem gözlü bir ırk" olarak tanımlayan... Kızılderililerin yanı sıra, Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Muhammed''in Türk olduğunu iddia eden birinin dünya görüşünün gelecek nesillere aktarılmasını görev saymıyorum.
Bir önceki yüzyılın ideal devletvatandaş ilişkisini tarif eden bu andın, Türkiye''yi muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak çocuklarımıza bir faydası olacağını sanmıyorum.
Bir siyasetçinin sabah uyanınca yaşadığı duygu yoğunluğunu genelgeyle mecburi yemin ilan etmesini, milliyetçilikle ya da modern Cumhuriyet''le özdeşleştiren okurlarımıza da Atatürk''ün manevi kızı Prof. Afet İnan''ın anlattıklarını tavsiye ediyorum:
"1933 yılının 23 Nisan Çocuk Bayramı idi. O, heyecanla Çankaya Köşkü''ne geldiği vakit, Atatürk''ün yanında bana bir kâğıt uzattı ve şunları anlatmaya başladı. ''Sabahleyin ilk bayramlaşmayı kızlarımla yaptım. Onlara bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir and meydana çıktı. İşte Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı'' dedi..."
Oral Çalışlar''ın yazısı şu şekilde:
“Türküm doğruyum, çalışkanım...” diye başlayan ve her sabah ilköğretim okullarında okutulan ‘Andımız’, 1933 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından hazırlandı ve uygulamaya konuldu. Daha sonra askeri vesayet dönemlerinde (1972 ve 1997 yılında) çeşitli değişikliklere uğrayarak bugünkü halini aldı. 2013 yılında Hükümet, bu metni hak ve özgürlüklere aykırı bularak, Andımızın okullarda okunmasına son verdi.
Bunun üzerine, Türk Eğitim-Sen, iptal davası açtı. Danıştay 8. Dairesi, başvuruyu kabul ederek 2018 yılında ‘Andımız’ın okullarda okunmasına karar verdi. Hükümet bu karara uymadı. ‘Ant’ 2013’ten bu yana okunmuyor. Milli Eğitim Bakanlığı, Danıştay’ın “Okunsun” şeklindeki kararının iptali için harekete geçti.
Danıştay Daireleri Kurulu, Mart 2021’de bakanlığın itirazını kabul etti. Böylece Danıştay 8. Dairesi’nin “Ant okunsun” kararı yürürlükten kalktı. Eğitim Bakanlığı’nın talebi ile andımızın okullarda okunmaması kararı kesinleşmiş oldu.
Neler söylendi?
2013 yılında ‘Andımız’ın okunmasına son veren kararı alan, hükümetin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dı. 8 Ekim 2013 tarihindeki konuşmasında, kaldırılma gerekçesini şöyle açıkladı: “Her gün doğruyum diyerek doğru, her gün çalışkanım diyerek de çalışkan olunmaz. ‘Andımız’ olarak bilinen metnin yazarı son derece tartışmalı bir isim olan Reşit Galip’ti. Reşit Galip, Türkçe ezan zulmünün mimarlarındandır.
Aynı Reşit Galip insanları kafa taslarına göre sınıflandıran sözüm ona bir bilim insanıydı. ‘Ant’ uygulamasının cumhuriyetimizle uzaktan yakından ilgisi yoktur. CHP ve MHP bu uygulamanın tarihini bilmedikleri için kestirmeden bir istismar kampanyası başlatıp milleti yanıltma yoluna gidiyorlar. 30’larda Hitler ve Stalin gibi toplumu formatlamak için bu tür uygulamalar yapılıyordu.
Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde çocukların içtimaya dizildiği, ırkçı sloganlar okunan metinler göremezsiniz. Gitsinler okusunlar anlattıklarımın daha detayını görecekler.
Uygulamanın cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle ilişkisi olmadığını görecekler, istismar siyasetini görecekler.” 2018 yılında Türk Eğitim-Sen’in itirazı sonucu “Okunmayacak” kararı iptal edilince tartışma yeniden alevlendi. Bunun üzerine dönemin cumhurbaşkanı Erdoğan görüşlerini bir kez daha tekrar etti. 3 Kasım 2018’deki bir gençlik toplantısında ‘Andımız’la ilgili değerlendirmesi şöyleydi:
“Metne baktığın zaman, bu metin içerik itibarıyla bu milletin kendisini, bu milletin kültür, medeniyet anlayışını ortaya koyan bir metin değil. Kimse Türklüğünü inkar etmiyor ki? Ama Türkçülük yapmıyor. Ben Türküm ama Türkçü değilim. İslam ırkçılığı reddediyor, ırkı reddetmiyor.”
Bu konu tartışılırken CHP ve MHP ilk günden beri ‘Andımız’ın okutulmasını savundu. Hükümete ağır eleştirilerde bulundular, cumhuriyet değerlerine aykırı davrandığını belirttiler. Özellikle Devlet Bahçeli, önceki gün kararın kesinleşmesinin ardından “Bu pimi çekilmiş bir el bombasıdır” benzetmesinde bulundu.
AK Parti yönetimi, şu ana kadar herhangi bir açıklamada bulunmadı. Bakalım kriz nasıl çözülecek?
Yıldıray Oğur''un yazısı şu şekilde:
Cumhuriyetin kuruluşu üzerinden on yıl geçmişti.
23 Nisan Çocuk Bayramı kutlama töreninde Ankara''da öğrencilere konuşan Milli Eğitim Bakam Reşit Galip "Size bugün şu işi veriyorum. Bayramınız biter bitmez mekteplerinize döndüğünüz ilk günden başlayarak birinci derse girdiğiniz zaman sınıflarınızda hep birlikte ve her gün şu sözleri tekrarlayacaksınız" diyerek cebinden çıkardığı kağıdı okumaya başladı:
"Türküm, doğruyum, çalışkanım, yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi savmak, yurdumu, budunumu, özümden çok sevmektir.
Ülküm yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun."
10 Mayıs 1933 günü Milli Talim ve Terbiye heyeti kararıyla, Reşit Galip''in yazdığı ant öğrencilere okutulmak üzere okullara gönderildi.
Ama Mersinli genç doktor Reşit Galip, o güne kadar pek de büyüklerini sayan, küçüklerini koruyan, çocuklara örnek biri olmamıştı.
Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay, Refet Bele gibi İstiklal Harbi kahramanlarının yargılandığı İstiklal Mahkemelerinde kürsüde oturan üç üye hakimden biriydi. Sadece 34 yaşındaydı ve sorgular sırasında hiç de büyüklerine saygı göstermemişti. Türk milliyetçiliğinin kalbi olan Türk Ocakları''run tasfiyesinde de başrolü oynamıştı.
1931 yılında Türk Ocakları''nın genel kurulunda kürsüye çıkmış, Hamdullah Suphi''yi, "gençleri silahlandırarak bir Kara Gömlekliler Ordusu kurmaya çalışmakla" suçlamış, salondan hakaretler ve defol sesleri yükselmişti.
Ama kısa bir süre sonra Türk Ocakları kapatılıp, CHP''ye katılmış, yerine kurulan Halkevleri''nin başına da o gün bütün salonunun kızdığı Reşit Galip oturtulmuştu.
Reşit Galip''in en büyük mağdurlarından biri ise Rusya Müslümanlarının liderlerinden, dünyanın en büyük üniversitelerinden aldığı teklifleri reddederek Cumhuriyet''in ilanının ardmdan milliyetçi duygularla hemşerisi Yusuf Akçura''mn davetini kabul edip Türkiye''ye gelen ve Darülfunun''da Türk Tarihi dersleri veren Orta Asya uzmanı milliyetçi tarihçi Zeki Velidi''ydi (Togan)
1931 yılında Türk Tarih Kongresi''nde Türk Tarih Tezi''ndeki ''kürklerin Orta Asya''dan kuraklık yüzünden göç ettiği iddiasına bilimsel verilerle karşı çıkan duayen tarihçi Zeki Velidi''ye cevap vermek için hiçbir tarih eğitimi almamış Reşit Galip kürsüye çıkmış ve şöyle demişti:
"Arkadaşlar esefle ifade edeyim ki Zeki Velidi Bey''in Darulfünün''undaki kürsünün önünde talebe olarak bulunmadığıma çok şükrediyorum... Türkiye Cumhuriyeti Darülfunun''un kürsüsü bu kadar hafif malumat ve bu kadar sakim metotlarla işgal edilecek kıymetsiz bir mevki değildir."
Zeki Velidi, kongreden sonra gazetelerde cehalet ile ve vatana ihanetle suçlanmış, Türkiye''yi terk etmiş, hakkında yurtdışında Türkiye aleyhine faaliyet yürüttüğü suçlamaları yapılmış ancak 1940''larda tekrar ülkeye dönebilmişti. 1944 yılında Irkçılık- Turancılık davasında Alparslan Türkeş''le birlikte yargılanmış, 3 Mayıs 1945''de hapishanede bir yıl önceki Nihal Atsız davası için Ankara''daki yürüyüşün yıldönümünü kutlayarak Türkçülük Bayramı geleneğini başlatmıştı.
Reşit Galip, yazdığı Andımız''ı okullarda kabul ettirdikten dört ay sonra Darükfünun''u tasfiye edip yerine kurduğu İstanbul Üniversitesi''nde doktor olmasına rağmen kendisini tarih profesörü ilan ettirince Atatürk tarafından görevinden alınmış, dışlanmış, beş parasız kalmış, hastalanmış ve Mart 1934''de 41 yaşında hayatım kaybetmişti. Ama yazdığın ant 1972 yılma kadar aynı şekilde okullarda her sabah okutuldu.
1972 yılında 12 Mart darbecilerinin kurduğu Ferit Melen hükümetinin Milli Eğitim Bakanı Sabahattin Özbek, askeri konseye de onaylatarak andın sonuna bir paragraf daha ekletti:
"Ey bu günümüzü sağlayan, Ulu Atatürk ; açtığın yolda, kurduğun ülküde gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene."
Anda bugün sanki en başından beri varmış gibi Atatürklü ve Ne Mutlu Türküm Diyene''li bu paragraf eklenirken, şimdi çocuklara her sabah bu cümlelerin okutulmasını isteyen bazı Kemalistlerin ve solcuların fikri büyükleri, 12 Mart zindanlarında işkence görmekteydiler.
Andı 12 Eylül darbecileri de hapishanelerdeki işkencelerinde kullanmışlardı.
90''larda andın "Ey bugünümüzü sağlayan ulu Atatürk" cümlesi, "Ey Büyük Atatürk" olarak değiştirildi.
28 Şubat''ın ardından kurulan hükümet döneminde yönetmelik değiştirilerek andın her sabah okullarda ders başlarken okunması talimatı verildi. 28 Şubatçı anlayışın devam ettiği 2000 yılında ise, partisi kapatılan eski Başbakan Necmettin Erbakan''ın siyasi hayatını tümüyle bitirmek isteyenlerin aklına 1994 yılında Bingöl''de yaptığı konuşmada Andımız''ı eleştiren sözleri gelmişti. Andımız bazılarımız için güzel çocukluk hatıraları, bazıları için Cumhuriyet''ten bize niras kalan bir gelenek, bazıları için Türklüğün nişanesi...
Ama bazılarımız için yıllarca kimliklerinin inkarının bir simgesi, eski dünyaya ait otoriter bir metin, "varlığım armağan olsun" gibi hiç de pedegojik olmayan bir metin.
Bu kadar insanın rahatsız olduğu bir metni her sabah başkalarının çocuklarına okutmaktan ideolojik haz duyanların bu ülkedeki fikir özgürlüğü, hukuk, demokrasi sorunlarma çare olması mümkün mü? Devletin zorunlu din dersi gibi zorlamalarına itiraz edenlerin, biat kültüründen şikayetçi olanların 8 yıl önce kalkmış bu zorunlu andı bir varlık yokluk meselesine çevirmesi büyük bir hayal kırıklığı.
Yazarından, ekleme yapanına, işkence de kullanan darbecisine kadar kötü hatıraları depreştiren, okundukça tam tersine toplumun bir kesiminin aidiyet hislerini yaralayan böyle bir andı ısrarla tatlı çocukluk hatırası olarak dayatmak ve ondan "Andımız" diye bahsetmek...
Hayır maalesef bu bizim andımız değil, ama zannettiğiniz gibi sizin andınız da değil."
Aydın Engin''in yazısı ise şöyle:
"Dün kaldığımız yere dönelim.
Yugoslavya''dan yeni göç etmiş bir Boşnak ailenin Türkçeyi yazmak, okumak bir yana doğru dürüst bile konuşamayan, ilkokulda sınıf ve sıra arkadaşım Tuncay, her günkü gibi "Andımız"ı hep birlikte okuyup yerimize oturduğumuzda bana eğilip sordu:
- Aydın be, biz Boşnağız. Niye ben de Türküm diyorum?
Çocuk kafam ve bilgimle cevap veremedim.
Yıllar yıllar sonra benim yakışıklı "kirvem" Necmettin Büyükkaya da kulağıma eğilip anlattı:
- İlkokulda hani "Türküm, doğruyum, çalışkanım" diye hep bir ağızdan söyletirlerdi ya, babama "Baba Türküm denilen yerde ben söylemiyorum" dedim. Güldü. "Peki. Ama anlaşılmasın, ağzını söylermiş gibi oynat. Öyle yap ki başımız belaya girmesin" dedi. Ben de hep başlarken ağzımı oynatırdım. Sen ne yapardın?
Ne denir bu soruya:
- Ben Türküm oğlum, Kürt değilim ki. Ben söylerdim.
Söylerdim. Ama benim de sorularım vardı. Anneme "Anne, komşu İsmail amca Türk değil değil mi" diye sordum, o da "Nerden çıktı şimdi bu" dedi. Anlattım. "Siz kendi aranızda İsmail amca için ‘Tembelin teki, bütün gün sırtüstü yatıyor'' diyorsunuz ya..."
Annem güldü. Sonra mavi gözlerini kocaman açıp "Sakın bunu başka yerde, başkalarının yanında söyleme, çok kızarım" diye uyardı.
* * *
Ama ben T24 yazarı, siz T24 okurları artık çocuk değiliz. Ana babalarımıza çocuksu sorular sormak yerine her şeyi, bu arada yeniden gündeme gelen "Andımız"ı da ciddi ciddi sorup sorgulamak hakkımız olsa gerek.
"Andımız" 1933''te dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından yazılmış ve bir yönetmelikle ilkokullarda her sabah yüksek sesli ve hep birlikte okunması emredilmiştir.
Amaç, parçalanan Osmanlı İmparatorluğu''nda hemen her kavim "ulusal" bilince kavuşmuş, kendi "ulus devlet"ini kurmuşken bu alanda çok geç kalan Türkler''e ulusal bilinç kazandırmaktı. Andımız da Türkiye Cumhuriyeti''nin dilde, tarihte, ekonomide bir "Türklük" bilinci yaratma çabalarının çocuklara dönük halkalarından biriydi.
Okul tatili dışında her gün okunduğu için çocukların belleklerinde silinmez bir yer etmiştir. Nitekim ben bugün de herhangi bir kaynağa bakmaksızın "Andımız"ı söyleyebiliyorum. Sanırım sizler de öylesinizdir.
1972''ye kadar Andımız şöyleydi:
"Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, ulusumu özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun."
12 Mart generalleri Andımız''a şöyle bir ek yaptılar:
"Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, hiç durmadan yürüyeceğime and içerim. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!"
* * *
Ben beş yıl ilk biçimini söyledim. Çocuk kafamda beliren ilk sorular çok önemli değildi. Nihayet tembel komşumuz İsmail amcanın çalışkan olmadığına göre Türk olamayacağından ibaret çocuksu bir akıl yürütmeydi.
Ama sonra daha ciddi sorular sormaya başladım.
Adım adım gidelim.
Her sabah "Türküm" diyen çocukların içinde Balkan Savaşı''ndan itibaren göç dalgalarıyla gelmiş Müslüman Boşnak, Pomak hatta Arnavut çocukları da vardı.
Çoğunluğu artık İstanbul''da yaşayan Rum, Ermeni, Yahudi çocukları…
Sonra Güneydoğu illerinde, Siirt''in, Urfa''nın, Siverek''in, Mardin''in etnik kökenleri Arap ve anadilleri Arapça olan çocuklar…
Karadeniz kıyılarında Türk olmayan, anadilleri de Türkçe olmayan Abhazlar, Hemşinliler, Gürcüler, hatta çoğu Türkleşmiş Lazlar…
Ve tabii Kürtler…
Bu çocukların tümü de her sabah "Türküm" diye başlayan Andımız''ı okumak zorundaydı. Çocuk bilinçlerinde bu "çelişki" kimilerinde cılız, kimilerinde çok güçlü ve keskin olarak yer etti.
Devam edelim: Doğruyum, çalışkanım…
"Eğer Türk''sen doğrusun, yalan senden uzaktır. Çalışkansız. Tembellik senden uzaktır" vurgusu çok açık.
Peki her sabah milyonlarca çocuk güne niye böyle bir "yalan"la başlatılır? Daha çocukken ve büyüdükçe yalancılar ve tembeller olduğunun, hem de sayıları azımsanmayacak kadar çok olduğunun görülmeyeceğini, bilince çıkarılamayacağını sanmak ve ummak nasıl bir aymazlıktır?
Devam: Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, ulusumu özümden çok sevmektir.
Küçükleri korumayı ülkü edinmeyi anlamak mümkün. İtiraz eden de pek çıkmaz. Ama "Büyüklerimi saymak"ı nereye sığdıracağız? İster yaşça büyük olsun, ister hani "devlet büyüğü" deyiminde anlatılmak istenen "büyük"lerden olsun, büyüklerin tümünü saymak de nereden çıktı?
Bir dinbazı, bir faşisti, bir sahtekârı, bir hırsızı, bir yetim hakkı yiyeni, bir asalağı, bir zorbayı salt büyük diye saymak olsa olsa budalalık olmaz mı?
Ya "yurdumu, ulusumu özümden çok sevmek"e ne demeli?
Yurdumu anlayabiliriz. Orada büyüdük, yakınlarımız oradadır, taşında, toprağında, denizinde, dağında anılarımız birikmiştir. Elbet severiz. Severiz de "özümüzden" yani kendimizden çok sevdiğimizi söylemek yalancılığın dik âlâsı değil midir?
İnsanlık tarihinde topu topu 250-300 yıllık bir geçmişi olan "ulus" kavramına göre aynı ulustan olanları özümden çok sevmek de nereden çıktı ya da çıkarıldı dersiniz?
Sona yaklaştık: Varlığım, Türk varlığına armağan olsun…
Varlığımı niye armağan etmem gerektiğini çocukken anlamamıştım; şimdi anlamamak ne söz, açıkça reddederim. Kaldı ki kişinin varlığı etnik kökenine armağan edilebilir mi; bunun akılla, izanla, mantıkla açıklanması mümkün mü?
Ne kaldı?
"Ne mutlu Türküm diyene!"
Valla ben soran olursa "Türküm" diyorum. Çünkü Türküm.
Ama bu benim için niye bir mutluluk nedeni ya da kaynağı olsun?
Siyasal göçmenlik yıllarımda görünüşü Alman''a benzemeyen bir taksi şoförü meslektaşa "Nerelisin, nerdensin" diye sormuştum. Kasım kasım kasılarak cevaplamıştı:
- Almanım ve Alman olmakla gurur duyuyorum.
Ben de içimden "O-ha dallama" deyip yürümüştüm.
Yine Frankfurt''ta, "durgun zekası" ile ünlü bir Yunan şoför arkadaş "Tarih ve medeniyet benim atalarımla başladı" diye kostaklanınca, fırlama bir Hırvat şoför "Bu, yine ilkokula giden çocuğunun tarih kitabını okumuş. O kitaptan ötesini anlayamıyor" demiş, bize de kahkaha atmak düşmüştü…
Yani mutluluğu sanırım ulusal kimliğimizde, etnik kökenlerimizde değil başka yerlerde aramamız daha akıllıca olacak.
* * *
Bu gereğinden çok uzamış Tırmık''ı burada noktalayayım. Bakarsınız bir işgüzar savcı "Türklüğe hakaret"davası açmaya kalkar. Durup dururken sabıkalarıma sabıkalar eklenir.
En iyisi siz bu Tırmık''ı okuyadurun, ben bu yazıdan sonra üstüme yağacak küfürleri göğüslemek için konyak stokumu gözden geçirmeye gideyim…