Anadolu'daki Türk varlığı üzerine
Eş durumundan Karslı sayılabilecek bir yazar olarak ayıp bana; insan hiç, Malazgirt Zaferi kutlamalarını takiben başlayıp, geçtiğimiz hafta boyu devam eden "Türkler'in Anadolu'ya girişi mi? Değil mi?" tartışmasına katılmaz, kendisi de Karslı olan Deniz Zeyrek'in "Alp Arslan'ın 1064'te girdiği Kars Anadolu mu? Değil mi?" yazısına iki kelam da olsa selam yollamaz mı?
Bilen biliyor ama Malazgirt'i "Türklerin Anadolu'ya giriş" tarihi sanan ezberci çoğunluk için gecikmeli bir katkı/Türklerin Anadolu'da zaten var olduklarına dair tarihçilerin defalarca belgelendirdiği bir delil:
Romen Diyojen, Magistros Jeoseph Tarhaniote komutasındaki muhafız birliklerini Malazgirt önlerine gönderirken, Ahlat'a gönderdiği keşif birliği bilin bakalım kimlerden müteşekkildi?
Peçenek, Uz, İskit Türkleri...
Kaldı ki, birçok tarihçiye göre Bizans'ta Tarhaniote diye anılan ünlü komutan dahi, asıl adı Tarhan olan bir Türk askeriydi!
Vryonis'in Bizans ordusundaki Türklerle, Alp Arslan'ın ordusunu karşılaştırırken kullandığı ifade de hayli dikkat çekici:
"Gökyüzünde o gece (Selçukluların, Uzların kurduğu kampın etrafını sardığı gece) ay yoktu ve karanlık bir geceydi. Eğer bu karmaşada Türkler kampa girselerdi kovalayan ve kovalanan birbirinden ayırt edilemezdi."
Keza o gecenin sabahı Uz liderleri öncülüğünde, Bizans ordusundaki birçok paralı Türk askeri Selçuklu saflarına geçmişti.
Bu hadisenin bir benzeri, Malazgirt'ten en az çeyrek asır önce, 9. Konstantin döneminde de yaşanmış ve Bizans'ın Selçuklulara karşı savaşmak üzere Anadolu'ya getirdiği Uz Türkleri, saf değiştirerek, Balkanlar'a dönmüşlerdi.
Anadolu'nun farklı bölgelerinde bulunan balbalları takip ederseniz çok daha gerilere gitmek de mümkün olmakla birlikte Bizans-Selçuklu savaşları ekseninde durum böyle; tarihten demeyelim ama Malazgirt'ten önce de vardık, sonra da varız bu topraklar üzerinde...
***
Lise son sınıfta, okuma yazma bilmiyor
Geçenlerde "devlet okulları"na dair yazarken 'kekeleyerek okuyan, yarım yamalak yazan ve buna rağmen Türkçe'den hayli yüksek notla geçen 6. sınıf öğrencisi' gördüğümü anlatmıştım.
Adını yazıp başına iş açmayayım bir lise öğretmeninden mesaj geldi;
"Ne mutlu size" diyor ve "lise son sınıfa geldiği halde okuma-yazma bilmeyen öğrenciler olduğunu" iddia ediyordu.
Çok ciddi, hepimizi ilgilendiren, hepimizin kaygılanmasını gerektiren bir durum bu; en başta da "altın günü" kıvamında "veli toplantıları" yapıp, "not yarıştıran" velilerin; "peki benim çocuğum ne öğrendi" diye soruyor, sorguluyor musunuz hiç acaba?
Keza Millî Eğitim yetkilileri...
Bu rezaletin sorumlusu kim?
Öğretmenler mi?
Müfettişler mi?
Yöneticiler mi?
Sistem -dolayısıyla sistemi getirenler- mi?
Çiçeği burnunda "eğitimci" Bakan'ın ilk mücadelesi bu utanç seviyesiyle olmalı; özel okulları teşvik yerine -gönderen zaten gönderir özele- devlet okullarına bir "kalite standardı" konmalı.
***
İçerdekiler-Dışardakiler
İddialı değilim;
Elimde "hislerim" dışında belge, delil, iddiamı kanıtlayacak hiçbir veri yok.
Ama küçük bir not olarak da olsa tarihe kayıt düşmek istedim.
"FETÖ"yle ilişkilendirilerek cezaevine atılan gazetecileri düşünürken garip bir harita çizdi zihnim:
Mehmet Altan tahliye edildi.
Ali Bulaç tahliye edildi.
Şahin Alpay tahliye edildi.
Ahmet Turan Alkan cezaevinde...
Mümtaz'er Türköne cezaevinde...
Nazlı Ilıcak cezaevinde...
Bu insanların her birinin, "müritleştirilmiş FETÖ'cü"ler olmasalar da bir şekilde -gazetelerinde yazarak, konferanslarına katılarak, platformlarında bulunarak, televizyonlarına çıkarak, hedeflerine destek atarak vs- şimdi "FETÖ" diye tanımlanan yapıyla ilişki kurduğu, iş birliği yaptığı, dirsek temasında bulunduğu ortada... Ama "kökenlerine" baktığınızda:
Mehmet Altan kim?
"2. Cumhuriyet" fikrinin "kurucu" olmasa da "taşıyıcı baba"sı...
Marskist Liberal(!)
Şahin Alpay kim?
ABD'ci Maocu Liberal(!)
Ali Bulaç kim?
"İslamcı"
Peki...
Ahmet Turan Alkan kim?
1980 öncesinde "ülkücü".
Mümtaz'er Türköne kim?
-Ülkücülerin bununla gurur duyduğunu sanmıyorum ama- 1980 öncesinde "ülkücü".
Nazlı Ilıcak kim?
1980 öncesinde -ülkücü demek mümkün olmamakla birlikte- yazdıklarıyla ülkücülere yakın duruyor.
Velhasıl...
Buralarda değişen pek de bir şey yok bana göre;
Yaptıklarını, yazdıklarını, konuştuklarını teraziye koysan biri diğerinden ağır basmayacak, aynı gazetede, hemen hemen aynı minvalde yazılar yazmış, aynı tür konuşmalar yapmış kişilerden bazıları tahliye edilirken, bazıları ısrarla içeride tutuluyorsa bu işte belli ki bir iş var...
Belki bu insanların yasalar önünde eşit olamamasının bir sebebi var...
"Suç"un bile kaynağını bu topraklardan almayanı mı daha makbul acaba!
***
Efendim?
Ahmet Altan mı?
Onu diğerlerinden ayıran tamamen "kişisel bir dava" bana kalırsa...