Ana dilde avunma hakkı

Ne de hoş hazırlıyorlar hepimizi... İhtiyacımız olan ‘Demokrasi’nin hepsini bir kerede vermiyorlar... Madde madde, doz doz geçiriyorlar Meclis’ten... Milletin sağlığı açısından doz aşımına azami derecede dikkat ediyorlar...
Son olarak ‘ana dilde savunma’ Adalet Komisyonu’nda kabul edildi... Sıra Meclis Genel Kurulunda... Ardından ver elini Köşk... Yeni büyükşehirlerle ilgili yasadan sonra, bunda da işlem tamam...
Her yeni ‘demokrasi dozu’ seansı öncesinde ve sonrasında, medyasıyla, hükümetiyle, kimi sivil toplum kuruluşlarıyla ‘hiç acımayacak’ nakaratları eşliğinde kamuoyu çok güzel hazırlanıyor, rehabilite ediliyor... Aslında bütün bu adımların bölünmeye değil, demokrasiye ve kardeşliğe hizmet ettiği, akan kanın duracağı, geleceğimizin kurtulduğu pompalanıyor... Tıpkı Öcalan’ın infazının durdurulması esnasında söylenenler gibi...
Bu devletler için öyle tehlikeli bir süreç ki, aldığınız her doz sizi bir sonraki doza muhtaç hâle getiriyor... Ya ‘terk etmek’ ya da ‘zerk etmek’ zorundasınız... Bağımlılık dönülemeyecek bir evreye kavuştuktan sonra ‘terk’ mümkün olmayacağına göre ‘zerk’e devam edeceksiniz... Ta ki, ‘altın vuruş’a kadar!..

***

Haritada yerlerini gösteremeyecek olanlar bile, Bask’tan, Katalonya’dan, Kuzey İrlanda’dan bahsederler... İçlerinde biraz daha fazla mürekkep yalamış olanlar, bu listeye Quebec’i de eklerler... İngilizlerin, İspanyolların, Kanadalıların etnik sıkıntıyı nasıl başarıyla çözdüklerini ispatlamaya çalışırlar...
Aslında ortada çözüm filan yoktur... Verilen her tavizin, bir arada yaşama bağlarını biraz daha incelttiği, milli birliği zayıflattığı, kopuşu hızlandırdığı gerçeği vardır...
İspanya içinde özerk bölge olan Katalonya’da önceki Pazar günü seçim yapıldı... 2014 yılında ‘bağımsızlık referandumu’ sözü veren merkez sağcı Uyum ve Birlik Partisi kısmen oy kaybetti ama ondan daha ateşli biçimde ayrılığı savunan sağ ve sol partiler yükselişe geçti... Artık şu gerçek herkesçe kabul ediliyor: Katalanlar arasında, İspanya’dan ayrılığı savunanların toplamı, bir arada yaşamak isteyenlerin çok çok önünde...
Yani Franco döneminde özerkliğini kaybeden ve 1979’da yeniden kavuştuğu özerkliği 2006 referandumuyla iyice pekiştiren Katalonya, ara hedefleri tuttura tuttura bağımsızlığa yürüyor... Tesadüfe bakın, dönemin İspanya Başbakanı olan ve Medeniyetler İttifakı çerçevesinde Başbakan Erdoğan’la birlikte eşbaşkanlık yapan Zapatero da söz konusu referandumda özerkliğin genişletilmesine destek vermişti...
O referendumda kabul edilenlere bir göz gezdirelim: Katalanca resmî dil oldu, öğrenilmesi zorunlu hâle getirildi... Vergi gelirlerinin kullanımında özerk yönetimin yetkileri artırıldı... Limanlar ve havaalanlarının kontrolü özerk yönetime geçti... Katalonya Yüksek Mahkemesi’nin yasal hakları genişletildi... Bölgedeki göçmenlerin haklarını belirleme yetkisi özerk yönetime bırakıldı... Özerk yönetim AB ile doğrudan ilişki kurma imkânına kavuştu...
Peki ne oldu? Bütün bunlar İspanya’nın birlik ve beraberliğine mi, yoksa bölünmesine mi hizmet etti? Sonuç çarpıtılamayacak kadar açık bir şekilde ortada; Katalanlar son seçimde ‘bağımsız devlet’e doğru adımlarını sıklaştırdıklarını gösterdiler...
Bu ders çıkarılması gereken bir ibrettir, ama kime ibrettir? Taviz verdikçe, terörü ve ayrılıkçı hareketleri önleyeceğini zanneden veya zannediyormuş gibi yapan, ama dişiyle dili arasında “Valileri halkın seçmesini tartışmak lâzım” türünden yoklamalar çeken bir zihniyete hangi örnek kâr edecek?
Yazar İrfan Sönmez, Kuzey Irak örneğini veriyor... 1970 yılında Mustafa Barzani ile Irak yönetimi arasında yapılan ve Kürtçenin bölgede ikinci resmi dil olmasını ve merkezî hükûmetten kontenjan alınmasını sağlayan anlaşmayı hatırlatarak şu tespiti yapıyor: “Verilen tavizlerle terörün biteceği sanılıyordu. Kısa bir süre sonra peşmergeler bir bahane bularak yeniden ayaklandılar. 40 yılda gelinen nokta ortada. Kuzey Irak, merkezi hükûmet ve ana kitleyle hiçbir bağı kalmamış, bağımsızlık için gün sayan bir bölge haline geldi. Bölücülüğü taviz vererek durduracağını sanan ülkelerin tamamı, şimdi bölünme sancıları yaşıyorlar.”

***

‘Ana dilde savunma’yı, PKK’nın cezaevlerinde başlattığı sahte ‘açlık grevleri’nin bir sonucu gibi değil de, ‘insan hakları’nın bir gereği gibi pazarlayan hükûmetimizin ‘en seri ağlayan’ı Bülent Arınç, bunun sadece Kürtçeyle ilgili olmadığını ve isteyenin Arapça da savunma yapabileceğini müjdeledi... Karşısındakileri ancak “Zeki Müren de bizi görecek mi?” sorusunu soracak seviyedeki bir topluluk gibi gören kafadan, düzenlemenin Kürtçeye özel olmadığına dair ses çıkması hakikaten çok inandırıcı oldu!..
’Ana dilde savunma’ tamam gibi... Şimdi millete düşen ‘ana dilde avunma hakkı’dır... Onu elimizden alan yok ya... Resmî dil, ‘kısmî dil’e dönüştükçe, avunmaya devam... Şunun şurasında ‘altın vuruş’a ne kaldı ki?

Yazarın Diğer Yazıları