Amerikan telekulağına çıt yok
Şu dinleme skandalı ortaya atıldığından beri, acaba bizimkiler ne diyecek diye, günlerce bekledim. Hani şu Amerikalı CIA eski ajanı Snowden’ın açıkladığı konudan söz ediyorum. Ankara’dan ne hikmetse çıt yok. Sanırsınız dut yemiş bülbüller. Avrupa, hop oturup, hop kalkıyor. Merkel üşenmedi ABD’ye telefon etti. Erdoğan, ayıp olmasın diye kerhen bir şeyler geveledi. Abdullah Gül de, devletin birimlerinin, gereken önlemi alacağını söyledi.
Peki, her türlü naneye hassas olan AKP iktidarının, dinlenme olayına karşı, vurdumduymaz davranmasına bir mana verebiliyor musunuz? Sevgili okurum, bu konuda son beş yıl içinde, Washington’dan gazeteci arkadaşım Yılmaz Polat ve New York’tan başka bir Türk gazeteci arkadaşım, en az 20’ye yakın yazı yazdı. Hatta ABD’den yayın yapan, Jöntürk adlı sitede (jonturk.com) Ankara’da dinleme yapan yerin, adresi bile yayınlandı.
Bu yazılarda, Ankara’da, Türk hukuk sistemini bu anlaşılmaz durum içine sokan değişiklikler için çalışan, ABD heyetinin bulunduğu yerler hakkında da bilgi vardı. Bizim hukuk takımını Amerika’da kursa tabi tutan aynı merkez, bir de burada yerinden yönetim merkezi kurmuştu. Hani Balyoz ve Silivri gibi, hukukla hiç uyuşmayan, hukuk sisteminin mimarlarından söz ediyorum.
İşin ilginç tarafı, benim bu yazılardan çıkardığım, ABD’nin Türkiye’de kurduğu dinleme merkezleri, ne yazık ki AKP iktidarının bilgisi dâhilinde ve izniyle olmuştur. Ve hatta Hürriyet gazetesinin Washington’daki muhabiri, ABD Dışişleri Bakanlığı basın toplantısında, Erdoğan’ın odasında bulunan böceklere kadar soru sormuş, ancak cevap alamamıştı. Aslında, hatırlarsanız, Erdoğan da bu böcekler bulunduğunda, açıklama yapmamıştı. Demek ki kendisini kimin dinlediğini biliyordu.
Sevgili okurlarım, her ülke birbirini dinler. Bunda garip bir şey yok. Hatta yıllarca Soğuk Savaş döneminde Amerikan dinleme istasyonları Karadeniz kıyılarında üslenmişti ve Rusları sözüm ona NATO hesabına dinliyorlardı. Ayrıca sanayi casusluğu diye de bir şey var. Yanlış hatırlamıyorsam, ABD ile Türkiye arasında, birbirlerinin başkentlerinde, istihbaratçılık yapmayacakları konusunda, bir anlaşma da var. Ama anlaşılan, anlaşmalar bir halta yaramıyor. İşin ilginç tarafı da, ABD’nin iş başına getirdiği bir iktidarın liderlerini dinlemesi. Belli ki onlar da, mehter yürüyüşü gibi, her söylediklerinin tersini yapan bunlara güvenmiyor.
Benim garibime giden; kadınlar, kocalarının telefonlarını bile karıştırdıklarında olay yapan bir erkek takımının, patronun dinlemesi karşısında çıt çıkarmaması. Gerçekten bağımsız ve demokratik ülkeler bu konuda gürültü koparırken bizimkilerin suskunluğu. Sonra kalkıp da, özgürlük, demokratikleşme gibi mangalda kül bırakmayan palavralar atmayın. Bakın, Öcalan denen bebek katili için de, artık açık açık çıkarılmasını istiyorlar.
Gelelim bizim zavallı muhalefete. Bana bu aralar oynanan Sarıgül olayı, nedense rahmetli Bülent Ecevit’in, iktidarda kalabilmek için partisine, 11 karşı milletvekilini transfer etmesini hatırlatıyor. Ecevit’in sonu olmuştu bu transferler. Demek ki bu parti geçmişinden de ders almıyor. Anayasa görüşmelerinde, masada kalması da 1950’li yıllarda oy kaygısıyla kendi çıkardıkları Türkçe ezan aleyhinde Meclis’te oy kullanmalarına benziyor. Atatürk’ün partisinde ellerinde, sembolleri olan altı oklu bayrakları kaldı. Hoş, o altı okun, altısı da kalmadı ya, neyse.
Muhalefetin küçük ortağı ise Ahmet Kaya konusunda Çankaya’ya yükleniyor. Konu doğru, ancak saldırılan ve saldıran kişiler yanlış. O kişiyi o makama kim taşımıştı? Oraya onu çıkaran oyu veren, onlar değil miydi?
Sevgili okurlarım, bugünlerde Ankara, bir dizi Amerikalı yetkilinin baskınına uğradı. Bunlardan biri ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya İllerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Nuland, ötekisi İstikrar ve Operasyonlardan Sorumlu Bakan Yardımcısı Barton. Bir de ABD Savunma Bakanlığı Politikalardan Sorumlu Bakan Yardımcısı Miller. Tüm bu ziyaretlerin Suriye ile ilgili olduğu ileri sürülüyor. Hem de Başbakan’a “Baba” diyen el-Kaidecileri kapsayan konuşmalar olma olasılığı da yüksek.









