Aman ölüm aman ölüm üç gün ara ver...
Selanik türküsü olduğu söylenilen ve ezgisiyle, sözleriyle bir halk şaheseri olan bu türkü, bugünlerde duyuldukça daha çok iç parçalayıcı oluyor.
Afyon faciasının üstünden iki gün geçmişti ki Şırnak’tan üç şehit haberi daha aldık. Ne hükümete, ne Genelkurmay’a, ne başka yere söylenecek söz kalmadı. Ancak ölüme seslenilebilir:
Ama ölüm aman ölüm, üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yâre ver...
Belli ki bir sevda türküsüdür. “Mezarımı kazın belden aşağı” diyecek kadar çaresiz ama en korkulan şeyden, ölümden korkmayacak kadar yangın birinin yiğitçe söylenişidir.
***
Oğula duyulan hasret midir, bombalara hedef olmuş bir kız evlada duyulan hicran mıdır (ayrılık acısı), öpüp başımıza koyduğumuz ve bağımsızlığımızın simgesi olan bayrağımıza duyduğumuz sevda mıdır, hak ve adalete duyduğumuz iştiyak mıdır, haksızlıklara duyduğumuz “sevda” kadar yakıcı öfke midir, “yâr” olmayanlara duyduğumuz acı sitem midir, onlara bir ara duyulan sevgiden, yakınlıktan duyulan acıtıcı pişmanlık mıdır...
***
Ne “olağanüstü hal” ilan ediliyor, ne bağımsız davranabilmek ve kötülük yuvalarını dağıtabilmek için, Kuzey Irak’a giriş göze alınabiliyor. ABD Dışişleri Bakanları, istihbarat şefleri, Savunma Bakanlarının, biri geliyor, biri gidiyor. Bunların açıklaması yapılamıyor. Hatay’daki acı hadiseler, İstanbul’un işgalinde yaşanmış olan “yabancı” lardan şikayet gibi, bitmiyor. O zaman da Yakup Kadri’nin romanlarında vardır, paşa kızları, hanımları, yabancı subaylarla dans edip, onlara davetler veriyorlar. Bizimkiler, mart tezkeresiyle önlediğimiz Amerikan askerlerinin güneydoğumuza ve güneyimize yerleşme ihtimalini, şu terörist karargahlarıyla gerçekleştirme yolundalar.
Dünya siyonistlerinin, bağımsızlığımızla eş değer olan Atatürk’ü yerme propagandaları, bir kısım insanlarımızı etkisi altına almış, hâlâ bu devam ediyor.
Suriye’ye gittim, gördüm. Oluşturulmuş müthiş bir “milli” bilinç vardı ve Suriye bu bilincin sağlamlığı nedeniyle hala haçlı emperyalizmine direniyor. Bizde ise Suriye’ye yaptıramadıkları şeyi yapıyorlar. Kitaplarımızdan, okullarımızdan, resmi dairelerimizden bayrağımızı ve onun resimlerini indiriyor, çıkarıyorlar. Oysa bütün dünya ülkelerinde bu “ruh” oluşturuluyor ve bu ruhun yansıdığı siyasetçiler, ulus devletlerini koruyabiliyorlar ve bunlar “büyük” devletler oluyorlar. Koruyamayanlar parçalanıyor, bölünüyor, mali sıkıntılar içinde yüzüyorlar. Bizimkiler bu olup bitenin farkına bir türlü varamıyorlar.