Almanya’yı iptalin gerçek nedeni
Türkiye’yi daha önce de yazdığım gibi garip bir ülke haline getirdiler. Tarikatçı gazeteciler, cemaatçi, emniyetçi ve devlet görevlileri falan filan, birilerinin borazanı birileri. Sanki Harvard, Cambridge üniversiteleri rekabeti gibi. Ama fark herkesin birbirinin altını oyması. Böyle yazdığım için hiç şaşırmayın, hani hep söylediğim gibi, biz aptallık yapmayız, tersine hep birileri bize bir şey yapar, biz de hep günah keçisi oluruz. İşte öyle bir şey.
Yetkililerin son açıklamaları yürek yakan cinsten. Başkalarının hizmetinde lejyoner pozisyonuna getirilen Türk askerleri ölünce, Başbakanlık bu üzücü durum nedeniyle Erdoğan’ın Almanya Bochum’daki törene gitmekten vazgeçtiğini açıkladı. Hani herkesi kendileri gibi sazan sanan Kanal D muhabiri de bu açıklamayı Başbakanlığın değil de Erdoğan’ın üzüntüsüne bağladı. Oysa kendi kanalında, bu haberden hemen sonra yayınlanan Almanya’daki Alevilerin protesto haberi bile muhabiri yalanlıyordu.
İnsanın aklı almıyor. Bakın şu işe. İskenderun’da Güneydoğuda onlarca asker, vatanı için kahpe tuzaklarla şehit düşerken, cenaze törenlerine bile gitmeyen Başbakan, NATO maskesi altında hayatını kaybeden çocuklarımızın matemini tutacakmış. Benim bu yalanları ve oyunları artık midem kaldırmıyor.
Oysa Almanya’daki törene katılmaktan vazgeçilmesinin gerçek sebebi, bu üzüntü falan değil. Almanya’dan aynı kanalın yayınladığı video görüntülerinde gerçek açık şekilde ortadaydı. Gerçek; Erdoğan’a bu ödül verilirken yapılması beklenen protestoların boyutunun büyüklüğü.
Ödülü veren kurum, sudan bir sebeple ödül vermekten vazgeçildiğini söyledi. Ama gerçekte Almanya şu ara Suriye baskısı öncesi diline ve sinirine hâkim olamayan Tayyip Bey’i tedirgin etmek istemedi. Bakarsınız protestolar sırasında kalkar bir laf eder, sonra geri dönülecek yer kalmayabilirdi. Zira bu gösterilere en az 50 bin kadar Alevinin ve bir o kadar da PKK yanlısı Kürt eylemcinin katılması bekleniyordu.
Ayrıca Avrupa Birliği’nin sosyalistler ve insan hakları grupları ile Yeşiller, Türkiye’de Erdoğan rejiminin demokrasi ve insan hakları ihlallerinin, artık mazeretle falan saklanabilecek boyutları aştığından şikâyetçi. Amerika kıtasında da gün olmuyor ki bu konuda bir haber çıkmasın. Türkiye’nin, eylemleri ile Avrupa Birliği’ne girme gibi bir niyetinin olmadığı ve sonuçta bu süreci kendi siyasi amaçlarını gerçekleştirmek, muhaliflerini ortadan kaldırmak için kullandığını da hemen hemen herkes anladı.
Ama şu anda yedi düveli yenip, önüne katarak Anadolu’dan çıkaran Mustafa Kemal ve devrimlerini ortadan kaldıran bu ekibi bozmanın işlerine gelmeyeceğini bildikleri için sonuna kadar, Türkiye parçalanıp bölünene kadar beklemeyi tercih ediyorlar. Daha sonra Saddam Hüseyin veya Kaddafi gibi yok edecekler. Onlardan bile daha kolay olacak işleri biliyorum.
Bu arada gördüğünüz gibi Kürt kardeşlerimiz (?), içinde masum kadın ve çocukların bulunduğu belediye ve halk otobüslerini ateşe verip taşlayabiliyor. Siz onların kaçak elektrik parasını verirken ve sağlık sigortalarını öderken, deprem felaketinde cebinizdeki üç beş kuruşu onlara yollarken, onlar da bunu size yapabiliyor kardeş olarak. Beni nedense bunlar artık hiç şaşırtmıyor. Gelelim son konumuza. Başbakan’ın Ankara’da evinde MİT Müsteşarı ve bazı bakanlık yetkilileri ile bir güvenlik zirvesi yaptığı bildirildi. Bu zirve, aslında Suriye’deki iki gazeteci ile Suriyeli iki subayın değiş tokuş konusu üzerine. Suriye Haber Ajansı yakalanan iki gazetecinin aslında Türk istihbarat örgütü ajanları olduğunu ve gazetecilik arkasına sığınarak casusluk yaptıklarını ileri sürdü. Anlaşılan Şam hükümetinin elindeki bazı bilgiler bizimkileri rahatsız edecek boyutta ki takasa yanaştılar. Yakında Suriye’nin iki gazeteciyi serbest bıraktığını duyarsanız şaşırmayın.