Almanya'da da seçmene kömür dağıtılıyor mu?
Seçim başarısızlıklarında kendine pay çıkarmamak bizde bir muhalefet klasiğidir...
Şu muhalefetin haline bir göz gezdirelim: Muhalefet partilerinin yöneticileri halka açık bir şirketin yönetim kurulu başkanı veya genel müdürü olsalar, bu başarısızlıkların ardından asla o görevde kalamazlar... Ya zarara uğrayanlar tarafından indirilirler, ya da kendileri erdem gösterip, bu işi bırakırlar...
Bir futbol takımının başkanı veya hocası olsalar, seriye bağlanmış ‘şerefli mağlubiyetler’den sonra asla o koltuklarda oturamazlar... Ya kendileri paşa paşa giderler, ya da taraftarlar gereğini yaparlar...
Diğer meslek gruplarında da aynı akibet başarısızların yakasına yapışır... Ama söz konusu siyaset olunca, durum birdenbire değişiveriyor... Sorumluluğu üstlenmek yerine, bütün kötülükler ‘dış sebepler’e bağlanıyor... ‘Hakem kötü, zemin bozuk, yüksek rakım’ gibi mazeretler futbolda peş peşe gelen mağlubiyetleri izaha yetmiyor ve ‘kelle’ alınmasını engelleyemiyorken, siyasetçiler sınırsız mazeret üretme, başarısızlığı kendisi dışında arayıp bulma potansiyeline sahipler...
Eh, bu direnme kültürüne, Siyasî Partiler Kanunu’nun antidemokratik yapısı da eklendiğinde değme keyiflerine!.. Tabanın hesap sorma kanallarını bir bir tıkadınız mı, her şey çok kolay!.. Mahallî seçim mi kaybettiniz, hemen topu, iktidarın devlet imkânlarını kullanmasına atarsınız!.. Genel seçimlerde sırtınız yerden kalkmıyorsa eğer, ‘oylarını kömüre, makarnaya, nohuta satan seçmen’e sallarsınız, olur biter!..
***
Son genel seçimlerde gümrüklerde kullanılan oylara bir bakalım... Türkiye genelinde 25 gümrük kapısında kullanılan oyların yüzde 62’sini AKP almış... Seçim hezimetlerinde, kendi zaaflarının payını örtbas için sunî gerekçeler uyduranlara sormak lâzım, Almanya’daki Türk seçmene de mi kömür dağıtılıyor? Eğer sosyal yardımlar, seçim sonuçlarını tek başına belirgin biçimde etkileyen faktörlerse, gümrük kapılarında kullanılan oyları kim nasıl izah edecek? Yoksa Hollanda’da makarna dağıtılıyor da biz mi duymuyoruz?
“Bu millet bize neden güvenmiyor, neden inandırıcı bulmuyor, neden muhalefete mahkûm ediyor?” sorularına sağlıklı cevap aramak ve yerine, halkın iradesini küçümseyerek, zamam zaman aptallıkla, bazen ‘sosyal yardımlara karşılık iradesini satmak’la suçlamak, ‘seçkinci refleksi’yle sorumluluktan sıyrılmaya çalışmak ne acı bir durum...
Tekrar vurgulamakta fayda var: Sosyal yardımların piri ANAP’tı... Fak-Fuk-Fon yakıştırmasıyla epeyi şan şöhret salınmıştı... Sonuçta ne oldu? Bugün ANAP diye bir parti yok... Demek ki, bu tür yardımlar iktidarda kalmanın yegâne teminatı değilmiş!.. Zaten aksi olsaydı, bugün Türkiye’yi hâlâ ANAP yönetiyor olurdu... Oysa ANAP şimdi hem ismiyle, hem şöhretli siyasetçileriyle, siyasî partiler mezarlığında...
Her türlü sosyal olayda olduğu gibi siyasette de birçok faktör biraraya geliyor ve sonuç doğuyor... Bu açıdan bakıldığında, AKP’nin oylarını yükselte yükselte üç dönem arka arkaya seçim kazanması ve bugün itibariyle dördüncüyü de kazanacak gibi durması, sadece bir iktidar başarısı değil, eşine rastlanmayacak çapta bir muhalefet başarısıdır!..
Bir ülkede, iktidara duyulan güven duygusu ve sempati düşerken, o iktidarın bu psikolojiyle ters orantılı biçimde oylarını yükseltiyor olması herhalde dünyada eşi benzeri görülmemiş bir durumdur... Her ne kadar izahı zor bir çelişki gibi gözükse de ortada çok bilinmeyenli bir matematik denklemi yoktur... Tekrarlana tekrarlana herkesin duymaktan sıkıldığı “İyi de başka kim var?” sorusu zaten her şeyi açıklamaya yetmiyor mu? İşte problem, “Başka kim var?” sorusuna cevap arayanların, artık kaale bile almadıkları siyasî profillerdir... Yani milletin gözünde o aranan ‘başka’ olamayanlardır...
Seçmenin büyük çoğunluğunu hak etmediği halde tek seçeneğe mahkûm eden bir yapı bu!.. Gizli bir ‘tek parti yönetimi’ gibi aslında... Ülkü Ocakları eski genel başkanlarından Ulvi Batu’nun sık sık “Muhalefete bakınca AKP neden yüzde 50’nin üzerinde oy alıyor, anlıyorum” dediği türden bir fecaatten söz ediyoruz... Bu yapılar değişmedikçe ve muhalefetin farklı kanatlarında, seçmenin ‘başka’ arayışına karşılık gelecek isimler, eskimiş ve inandırıcılığını kaybetmiş isimlerle yer değiştirmedikçe, bu devran aynı şekilde dönmeye devam edecektir...
***
Bugünkü muhalefet ‘sorumlu muhalefet’tir... Yalnız burada küçük bir mesele vardır, o da bu sorumluluğun kime karşı olduğu konusundaki belirsizliktir!.. Her seçim akşamı, kendi seçmenini televizyonun karşısına bir enkaz gibi yığıp, başkasının balkondan yaptığı zafer konuşmasını dinlemek zorunda bırakanlar, bugünkü tablonun adeta parçasıdırlar...
Her yenilgi sonrası “Önümüzdeki maça bakacağız” diyen futbolculardan daha inandırıcı olmasalar da bir kaç şablon cümle ve kutsanmış teselli edebiyatıyla, o yetmezse komplo teorileriyle parti içi iktidar koltuğu sağlama alınıyor... Asıl amaç bu olunca, “Türkiye’yi kim nasıl yönetiyormuş?” soruları teferruat olarak kalıyor...