İkinci Dünya Savaşı biteli birkaç sene olmuştu.
70 milyona yakın insan kaybı yaşamış,
Almanya savaş sonrası yerle bir olmuş ; tabiri caizce taş üstünde taş kalmamıştı.
O kadar insan kaybına uğramıştı ki ; özellikle erkek nüfusu tükenme noktasına gelmişti.
Savaş sonrası, sanayinin atağa kalkması ve güçlü bir ekonomik kalkınmanın inşaası için insan gücüne ihtiyaç vardı.
Ülke siyaseti; deli gibi demir - çelik, araba üretiminde ve ağır sanayide çalışacak genç, dinamik, sağlıklı insan gücü arıyordu.
Avrupalılar; Almanların geçmişte Yahudilere yaptıklarını bildikleri için sadece suçlu, hapishanedeki vatandaşını işçi olarak gönderdi.
Bütün bu sorunlu kişiler ve bazı mağrip ülkelerden gelenler ile birlikte büyük bir uyum sorunu ve kültür çatışmasına sebep oluyordu.
Tam bu zamanda Alman siyasetçilerinin akıllarına; tarihte bildikleri gibi korkusuz, cesur, güvenilir, dürüst, çalışkan, güzel ahlaklı, yardım sever olarak, ta Haçlı seferlerinden ve Viyana kuşatmasından tanıdıkları Türkler gelir.
31 Ekim 1961''de anlaşma imzalanır.
1973 yılına kadar milyonlarca Türk işçisi Almanya''ya başta olmak üzere muhtelif Avrupa ülkelerine gelir.
Sonraki yıllardaki aile birleşimi, evlilik yolları gibi sebepler ile bu süreç bugüne kadar devam eder.
Gurbetçiler, Batı Avrupa Türkleri alın teri, emekleri ile ağır, fiziki ve psikolojik bedeller ödeyerek bugünelere geldiler.
Batı Avrupa Türklerine 60 yıldır yaşadığı ve yaşattıkları, hizmet ettikleri ülkeler bir takım haklarını vermemiştir.
Almanya dört ve beş kuşak geçmesine rağmen, hala seçme ve seçilme hakkı vermediği gibi, aramızdan ayrılan birinci nesiller içinde hiçbir şey yapmamıştır.
Emeklilikleri ise tabiri caizse iki arada bir derede geçmektedir.
Birkaç kez memleketlerini ziyaret sonrası uçağın bagajından kargo ile mezara yolculuk.
Avrupa onlara hayatlarını yaşayacakları sosyal bir alan açmamıştır. Kendi güçleri ve paraları ile yaptıkları sosyal alanlar (camii, cem evi, siyasi, kültür ve sanat mekanları) olmasa gidecekleri; yerleri bile yoktur.
Türkiye''deki seyahat, izin, miras, emeklilik, sağlık sigortası, bilgi paylaşımı gibi kronikleşmiş meseleler ise 60 yıldır gün gibi ortada, gün gibi aşikar.
Batı Avrupa Türkleri garip, kimsesiz, mazlum, mağdur, mağrur, kırılgan, duygulu ve bir o kadar da kalpleri, yürekleri, gönülleri o kadar geniş ki tüm 85 milyonu kucaklayabiliyorlar.
Almanya''ya sesleniyorum; soykırım yaptığınız Aşkenaz Yahudileri için yas tutmanız; bu hususu her platformda gündeme getirmeniz her türlü ırkçı ve faşist eylemleri bastırmanız, önlemeniz çok doğru ve yapılması gerekiyor.
Ancak; bütün bunlar olurken Türkler ile alakalı olarak; iş dünyasından siyasete, eğitimden spora kadar ; hayatın birçok alanında yapılan ayrımcılık, ötekileştirmeyi ve gettolaşmayı engelleme işi sosyal politikalar ile desteklen [e] miyor.
Her yıl onlarca Türk''ün ırkçı faşist saldırılar sonrası taciz, şiddet ve ölümle karşı karşıya kalmasını, öldürülmesini kabul edemeyiz.
Alman siyasetçileri, yerel yönetimleri ve Alman kamuoyunu; daha itidalli, daha duyarlı olmaya ve Batı Avrupa Türklerini, bir tarif ile değil; ülkeye katma değer sağlayan, zenginlik olarak gören bir ortak vatandaş olarak görmelerini istiyorum.
Son olarak biz Batı Avrupa Türklerinin gönüllerinde iki büyük sevda olduğunu unutmayalım.
Kendisi de gurbetçi olan bozkırın tezenesi merhum Neşet Ertaş''ın dediği gibi :
İki büyük nimetim var
Biri anam, biri yarim ey
İkisine de hürmetim var
Biri anam, biri yarim
Ana deyip de geçilmez
Yar anadan seçilmez
İkisine de kıymet biçilmez
Biri anam, biri yarim
Bizim yüreğimizde de Türkiye ve Almanya var.
Biz her ikisini de seviyoruz.
Çünkü biri ANAMIZ, diğeri EŞİMİZ.