Allah kabul etsin...
Geçici 15. Maddenin değişikliği 2010 referandumunun en fiyakalı argümanlarından birisiydi. 12 Eylül darbecilerinin kendilerini korumak için anayasaya koydukları bu madde değişecekti ve Türk demokrasisi, Türk hukuku darbelerle hesaplaşacaktı. Doğrusu kulağa da pek hoş geliyordu. Makineye bağlı bir Kenan Evren kalmıştı zaten geriye, eh darbenin de lideriydi kendileri. 2010 itibariyle sekiz yıldır iktidarda olan AKP, sekiz yılın sonunda 12 Eylül darbesiyle hesaplaşıyordu ve hepimizden demokrasi aşkına "hû" diyelim istiyordu...
Bahse konu hesaplaşmada en güçlü partner de o zamanki adıyla 'cemaat' yani şimdiki adıyla 'FETÖ' idi.
"Mümkün olsa mezardakileri bile kaldırır evet oyu kullandırırdım" diyen Fetullah Gülen okyanus ötesinden desteğini eksik etmiyordu referanduma...
Yalnızca o mu?
Tabii ki değil!
Zaman gazetesi yazarları bindirilmiş kıtalar gibi destek yazıları yazıyorlardı. Ekranlarında her akşam, saatlerce referandum programları vardı, evet propagandası yapılıyordu... Zaman gazetesi o zamanlar FETÖ'nün yayın organı değil, AKP iktidarını destekleyen 'alnı secdeli çocuklar'ın 'mütedeyyin' bir kanalıydı yalnızca...
Referandum sonrası "Türkiye Ramazan bayramının ardından demokrasi bayramından da yüzünün akıyla çıkmıştır" diyerek balkon kutlaması ve konuşması yapan Erdoğan, verdiği destekten dolayı 'Okyanus ötesine' teşekkür ediyordu...
Sonra, ne istedilerse verdiler...
Son dönemlerin moda tabiriyle 'hepiniz oradaydınız'. Ne de olsa 12 Eylül darbesiyle hesaplaşılıyordu, heyecan vericiydi, ülkücüler bu heyecana ortak olmasın da kim olsundu?!
12 Eylül darbesinden hiçbir zarar görmeyen, fiske bile yemeyen siyâsî kadrolar darbeyle hesaplaşıyordu, buna destek vermek gerekiyordu...
Bağımsız ülkücüler, bağımlı ülkücüler, bir köşede emekliliğin tadını çıkaran, torun seven ülkücüler, vakıf bahçelerinde memleket kurtaran ülkücüler, internet sitelerinde köşe yazarlığı yapan ülkücüler cümbür cemaat desteklerini esirgemediler ve evet oyu verdiler, çalıştılar, ekran ekran gezerek 12 Eylül'de darbecilerin insanlık dışı işkencelerine nasıl mâruz kaldıklarını anlattılar... Ekranlarda programları yönetenler ağızları bir karış açık vaziyette şaşkın şaşkın dinliyorlardı işkenceleri ve "ay inanmıyorum" modunda hayret ediyorlardı. Eh, o güne kadar bu işkenceleri merak etmeyenlerin, bunları anlatma fırsatını vermesi büyük âlicenaplıktı doğrusu! Bu âlicenaplığı karşılıksız bırakmadılar. Hatta bir parti AKP'nin arabalarının üzerine kendi amblemini giydirerek evet propagandasına çıktı, gülün altından ampul görünüyordu...
Hele bir de Meclis kürsüsünden merhum Mustafa Pehlivanoğlu'nun mektubu okununca nirvanaya ulaştılar...
Hiç birisi çıkıp da, "Devlet böylesi önemli değişiklikleri bir cemaat ya da herhangi bir STK ile iş tutarak yapmamalı, devlet ortak kabul etmez" demedi...
Ve o referandumun neticesinde HSYK başta olmak üzere yargı 'cemaat' eline geçti, o referandumun neticesinde bürokrasi cemaatin eline geçti, o referandumun neticesinde güçlenen bürokratik cemaat sınav sorularını çaldı ve o 'cemaat'in darbecileri FETÖ olarak çıktı sahneye ve 15 Temmuz ihânet gecesinde Özel Harekât'ı bombalayarak evlâtlarımızı şehid etti, TBMM'yi bombaladı, Ankara Emniyetini bombaladı, MİT'i bombaladı. Ankara ve İstanbul'da 249 şehit verildi...
Geçici 15. Madde yalnızca darbeyi yapan konseyi koruma altına alıyordu...
Son çıkan 696 sayılı KHK'nın kimleri koruma altına aldığını, alacağını kimse bilmiyor...
Ama bilinen bir şey var; 15 Temmuz, 2010 referandumunun bir neticesidir. 2010 referandumunda canhıraş mesai sarf edenler de 15 Temmuz'dan sorumludurlar... Zaten iki siyasi parti de, MHP ve BBP son KHK'ya yine canhıraş bir şekilde sahip çıkıyorlar...
Hukuk, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve kuvvetler ayrılığı'na bir Fatiha okumanın zamanıdır artık. 23 Nisan Başbakanı, 23 Nisan TBMM'si, 23 Nisan Bakanlar Kurulu, hep birlikte okuyunuz Fatiha'nızı, Allah kabul etsin...