Tarihin her döneminde ülkelerin belli ve seçkin şahsiyetleri yetişir. Vefatına kadar da ülkemizde ilim dünyasının, Türk kültür ve tarih dünyasının zirvede, en önemli isimlerinden birisi merhum Prof. Dr. Mustafa Kafalı Hocamızdı.
Kendisini hizmet ve eserleriyle ortaya koymuş, yalnız ülkemizde değil, Türk Dünyasının da gönlünde yer etmiş büyük Türk milliyetçisi, ilim ve dava adamı, hocaların hocası Prof. Dr. Mustafa Kafalı Hocamızın ebediyete intikalinin kırkıncı günündeyiz.
1970’lerin Türkiye’si:
İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin açık toprak talebi ve boğazlarla ilgili milli bağımsızlığımızı tehdit eden talepleri üzerine Türkiye önce çok partili hayata geçmiş, arkasından Birleşmiş Milletlere ve NATO’ya dahil olmuştu.
İki kutuplu dünyada liberal-kapitalist sistemi kendi ülkelerinde hakim kılan ABD ve Batı Avrupa bir tarafta, sosyalist-komünist sistemi kendi yönetiminde hakim kılan Rusya’nın başını çektiği Sovyetler Birliği ve Kızıl Çin öbür tarafta. Türkiye gibi ülkeleri kendi nüfuz alanlarına çekmek için büyük bir yarış içerisindeydiler.
Türkiye Cumhuriyeti, 1960 askeri darbesinden sonra kabul edilen yeni anayasanın getirdiği geniş hürriyet ortamında her türlü yabancı fikir ve ideolojilerin adeta bir arenasına dönüşmüştü.
1970'li yıllar, Türkiye’mizin ekonomik, sosyal ve kültürel geri kalmışlığı karşısında değişik kurtuluş reçetelerinin çok yoğun şekilde tartışıldığı yıllardı.
Bir kısım siyasetçi ve aydın Anadolu gençliğinin adalet duygusunu da istismar ederek, çözüm yolu olarak, o zamanki Sovyetler Birliğinin yayılma aracı olan sosyalist-komünist sistemi, bir kısmı, Kızıl Çin’in yayılma aracı olan maoist komünist sistemi, bir kısmı da batılı emperyalist güçlerin kapitalist sistemini benimsiyor ve savunuyordu.
Bazı politikacılar ve aydınlar ise Türk milletinin bin yıldır anladığı ve yaşadığı “akılcı İslam” anlayışını bir tarafa bırakıyordu. Bunun yerine selefi bir yaklaşımla “nakilci İslam” düşüncesini savunuyor, Pakistan ve Mısır kaynaklı -İngiliz istihbaratıyla sıkıntılı ilişkileri olan- millet, bayrak, vatan gibi kavramları reddeden bir siyasi-İslamcı anlayışı hakim kılmaya çalışıyorlardı.
O günün Türkiye’sinde gençlerimiz, aydınlarımız yabancı kurtuluş reçetelerinin kafaları, gönülleri işgal ve ifsad ettiği karanlık bir zaman dilimini yaşıyor ve bu yabancı ideolojilerin yoğun propagandalarına karşı korumasız kalıyorlardı.
Bu zararlı fikirlerin savunucuları arkalarını dünyanın süper güçlerine dayayarak çok yoğun propaganda ve beyin yıkama metotlarına başvuruyorlardı.
Üniversite ve yüksek okullar aşırı solcu-devrimci militanlar tarafından “halklara özgürlük” teraneleriyle işgal ediliyor, fakülte koridorlarında devrimci marşlar söylenip yaşlı başlı hocalar bile tehdit edilerek devrimci bildirilerinin altına imza atmaya zorlanıyordu.
Kendilerinden olmayanlara okuma ve hayat hakkı tanımayacak kadar bir gözü dönmüşlükle üniversite ve yüksek okullar kan deryasına döndürülmeye çalışılıyordu.
Şehirlerde kurtarılmış bölgeler ihdas ediliyordu. Üniversite işgalleri, fabrika işgalleri, banka soygunları, fidye için adam kaçırmalar, Türk askerine ve Türk polisine silahlı saldırılar günlük hayatın sıradan hadiselerine dönüşmüştü.
O buhranlı günleri şair Orhan Seyfi Şirin şöyle anlatır;
“Sizler O Günleri Bilemezsiniz
Tepelerden kanlı aylar doğardı
Dev ömürler bir namluya sığardı
Saçlarımız bir gecede ağardı
Sizler o günleri bilemezsiniz
…
Gökler yağlı duman gibi pusardı
Dağlar hançerlenmiş gibi susardı
Yedi yönde yedi boran eserdi
Sizler o günleri bilemezsiniz”
Aynı yıllarda Türk Milliyetçisi, Ülkücü aydınlar ve gençler ise, “yabancılaşmadan çağdaşlaşmak” şiarı ile Türk tarihinin engin tecrübelerinin ışığında Türk Milletinin, iman ve ruh köküne bağlı kalarak maddi-manevi kalkınmamızın mümkün olacağına inanıyor ve bunu savunuyordu.
O çalkantılı kan ve barut kokan günlerde, Anadolu’nun dört bir tarafından büyük şehirlere üniversite tahsilleri için gelip bir an önce hayata atılmaya çalışan gençler ve dönemin ülkücü aydınları canlarından aziz bildikleri vatanları, ebed-müddet bildikleri devletleri ve mukaddesleri uğruna bütün varlıklarını gözlerini kırpmadan feda ettiler. Devletin namusunu, Türklüğün mukaddeslerini çiğnetmediler.
Mustafa Kafalı Ağabey; fikir ve hizmet planında bu neslin öncülerindendi.
Ankara’da DTCF’deki öğrencilik yıllarından itibaren o tarihlerde Ulus’taki tarihi binasında faaliyet gösteren Türk Ocakları Genel Merkezi’nin müdavimlerindendir.
Ankara’da ülkemizin nadide yetiştirdiği büyük tarih üstadları başta Prof. Dr. Osman Turan ve Prof. Dr. Bahaattin Ögel’den ders aldığı gibi, fakülteden mezuniyetinden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi Kürsüsünde büyük Türk tarihçisi ve Türk milliyetçisi merhum Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın asistanı olmuştur. Aynı yıllarda Hüseyin Nihal Atsız Beyin ve Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Hocanın rahle-i tedrisinden geçmektedir.
Esasen 4-5 yüzyıllık köklü bir şecereye sahip Kafalızadeler ailesinin mümtaz bir ferdi olması ve Cumhuriyetin ilk yıllarının tanınmış hukukçusu bir babanın ve münevver bir öğretmen annenin evladı olması bilgi birikimi ve fikri şahsiyetinin gelişmesi bakımından çok şanslı ve hayırlı başlangıçları teşkil etmektedir.
Mustafa Kafalı Hoca da kendi döneminin tarih üstadı ve bilgesiydi. Tarih bilimine bir kaynaktı. Tarih yürekli bir ilim insanı ve tarih çınarıydı. Türk kültürüne ve Türk tarihine, Türk diline ve eğitimine dost-düşman herkesin takdirine ve hayranlığına mazhar olacak derecede kalıcı ve değerli hizmetler vermişti. Birçok bilinmeyen tarihi bilgi ve kaynaklar, tarih hazinemiz onun eserlerinden ve anlatımlarından öğrenilmişti.
Onu tanıyan herkesin hiç tereddütsüz kabul edeceği gibi, bugün İstanbul başta olmak üzere, Anadolu sathına yayılmış üniversitemizde hizmet eden çok sayıda tarih profesörünün, yüzlerce lise tarih öğretmeninin hocası yani “hocaların hocası” olmak sıfatıyla daima saygıyla ve hayırla yâd edilecek hizmetlere imza atmış müstesna bir ilim adamıydı.
Bir insan düşünün ki, fikir ve inançlarından başka silahı olmayan, kendisini tarih ilmine ve Türk milletinin büyük geleceğini inşaya adamış bir dava adamı.
Fakülte kapısını tutup hiç kimseyi, maaşlarını almak için gelen hocaları ve fakülte çalışanlarını bile tehdit ederek içeriye almayan devrimci güruhun kuşatmasını bütün heybetiyle yalnız başına yararak fakülteye girip diğer insanların da içeriye girmesini sağlayacak kadar yürekli bir insan.
1970’in 8 Haziran’ında, yine işgal altındaki Edebiyat Fakültesi’ne -Çapa Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi ülkücü arkadaşlarının ders notlarını öğrenmek için gelen- Yusuf İmamoğlu’nu öldürmek için saldıran aşırı solcu militanlara odasından kaptığı tabureyi savurarak 5-6 tanesinin merdivenlerden aşağı yuvarlanmasını sağlayacak kadar inancının cesaretine sahip bir insan.
Ne yazık ki odasına aldığı Yusuf İmamoğlu dışarıdaki gürültülere bakmak için kapı aralığından başını uzattığında alnına isabet eden bir kahpe kurşunun hedefi olmaktan kurtulamamış ve kendisini almak için gelen cankurtaranın engellenmesi sebebiyle Kafalı Hocanın kollarında şehitlik mertebesine ulaşmıştı.
Yine bir insan düşünün ki hayatı boyunca hiçbir dünya malı için, mevki, makam ve rütbe için iktidar sahiplerine tabasbus(yaltaklanma) etmemiş, ilim hayatındaki her mevkiini alın teri, göz nuru ve emeğiyle kazanarak hocaların hocası olmuş ve Türk tarihçiliğinin zirve isimlerinden biri olma mevkiine ulaşmıştır.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve İktisat Fakültesi’nde sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen imanlı ve vatansever akademisyen ağabeylerimiz, hocalarımız o yıllardaki Sovyet uzantısı devrimci unsurların her türlü tehditlerine rağmen, ilmin ve hakikatin istikametinde Türk Milletinin birliği ve yükselmesi gayesiyle Türk vatanının bütünlüğü, Türk Devletinin bekası ve esir Türklerin hürriyetlerine kavuşmaları yolunda her türlü fikrî - kültürel faaliyetin ve Milliyetçi Büyük Türkiye idealinin öncülüğünü yapıyorlardı.
Hepsi de Rahmet-i Rahmana kavuşmuş Prof. Dr. Sabahattin Zaim, Prof. Dr. Turan Yazgan, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Prof. Dr. Amiran Kurtkan, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Doç Dr. Mehmet Eröz, Dr. Tevfik Ertüzün, Dr. Birol Emil ile hâlen sağ olup hayırlı ömürler dilediğimiz Prof. Dr. Mustafa E. Erkal, Prof. Dr. Enis Öksüz, Prof. Dr. Ömer Alparslan Aksu ilk anda hatırlayabildiğim, değerli ilim adamları ve hocalarımızdılar.
Bu değerli insanların bizim neslimizin fikrî şahsiyetlerinin oluşmasında çok önemli tesirleri olmuştur. (Devam edeceğiz…)