İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin genel merkezinde basın toplantısı gerçekleştirdi. Akşener'in gündeminde İsrail yönetiminin Filistin'de uyguladığı katliam ve ekonomideki kötü gidiş vardı.
Sözlerine Filistin’de yaşanan katliamla başlayan Akşener, hükümetin ciddi adımlar atması gerektiğine dikkat çekti.
Akşener sözlerine şöyle devam etti:
"Değerli Basın Mensupları,
Hoş geldiniz.
Nasılsınız diyeceğim ama, böyle bir ortamda, iyi olmanızı beklemek zor.
Yine de, iyi olmanızı ümit ederek, ilk gününü yaşadığımız, bereket ve huzuruyla geldiğine inandığımız, Ramazan’ın hayırlar getirmesini diliyorum.
Değerli Basın Mensupları,
Bu toplantıyı, yaşadığımız iki vahim nedenle, yapma gereği duyduk.
Birisi dış politikadaki, diğeri, ekonomideki gidişatla ilgili."
FİLİSTİN'DE YAŞANAN KATLİAM
"Kudüs’te yaşananlar, artık bir bölgesel sorun olmaktan, çok daha öteye, bir insanlık sorunudur, bir katliamdır.
Daha da kesin söylemek gerekirse, bir tarafta en büyük güç odaklarının, diğer tarafta, hiçbir gücü olmayanların, bir tarafta en ağır silahların, diğer tarafta, sadece taşların ve sopaların olduğu, bir tarafta, dünyanın en acımasız saldırganlarının, diğer tarafta eli kolu bağlanmış olanların yaşadığı, insanlık tarihinin en adaletsiz, en eşitsiz savaşı yaşanmaktadır.
Böyle zamanlarda, devletlere ve devlet temsilcilerine düşen, sadece kınamak olmamalıdır.
Tıpkı ülkemiz yöneticilerin yaptığı gibi, sadece kınamak, mevcut durumun devamını sağlamaktan öteye gitmez.
Ölüm dediğiniz, katliam dediğiniz durumların, sözlere tahammülü yoktur.
Büyük yanlıştan büyük ders çıkarmak gerekir.
Kudüs’te yaşanan, bizim acılarımızın parçası olan vahim durumun en büyük yanlışlarından biri, Türkiye’nin tutarsız ve içi başka dışı başka dış politikasıdır.
"ONE MİNUTE İLE 9 YIL İDARE ETTİLER"
Bir yandan, Müslüman dünyanın temsilcisi, iddiasını taşıyıp, diğer taraftan, o Müslüman dünyaya, eziyet yapanlarla çıkar birliktelikleri kurmaya devam etmek yanlıştır.
Her felaket durum, sözle değil fiille, aksiyonla karşılık bulmazsa, itibarlı bir politikaya sahip olamazsınız.
Türkiye Cumhuriyeti’ne ve bölgeye yapılacak en büyük iyilik, ülkemizi yönetenleri, lafla peynir gemisi yürütmekten, men etmektir.
Ekran önündeki bir “one minute” ile, 9 yıl idare ettiler, bu 9 yılda, binlerce Filistinli kardeşimizin katledilmesi, hiç durmadı.
Bu çok acıdır.
Yaşanan son vahim durum, ülkemiz yöneticilerine, artık dürüst, tutarlı ve ciddi bir dış politika ihtiyacını göstermeye yetmelidir.
Filistin halkına, desteğimizi göstermek istiyorsak, bundan daha etkin ve sonuç alıcı bir dış siyaset tavrı olamaz.
İlk gün söylediğim gibi, Türkiye var oldukça Filistin yalnız olmayacaktır.
Türkiye’nin çevre coğrafyasında yaşanan, yaşanacak olan her durumda, bizim dış politika anlayışımızın büyük önemi vardır.
Tavır ve kararların bu sorumluluk içerisinde olması lazımdır.
Bir kez daha, çocukların, masum insanların katledilmesinden duyduğum acıyı ve üzüntüyü paylaşmak isterim.
ERDOĞAN'IN LONDRA KONUŞMASINA TEPKİ
Değerli basın mensupları,
Bu toplantının ikinci nedeni ise malumunuz, ekonomideki büyük savrulmadır.
Deprem olması için seçimleri bekleyenler, nerede yaşıyorlar, kimlerin diliyle konuşuyorlar bilemem, ama Türkiye’de yaşamadıkları, Türkçe konuşmadıkları kesindir.
Dolar aldı başını gidiyor, ülkemizin durumu, uçuruma yuvarlanacak bir otobüse benziyor.
Ve maalesef, hepimizin içinde olduğu o otobüsün direksiyonunda da, yorgun bir şoför var.
Yorgun şoförün direksiyon başında oturma ısrarı sorumsuzluktur.
O yorgun şoför, Londra’da, yine sorumsuz, sorumluluktan uzak bir konuşma yaptı.
Direksiyon o yorgun şoförün elinden alınmazsa, ülkemizin o otobüsün içinden canlı çıkma ihtimali yoktur.
"YIKICI ETKİLERE YOL AÇACAKTIR"
Değerli Basın mensupları,
Ekonomi, öngörü isteyen, aşağı yukarı tahminler yapılması gereken bir alandır.
Bırakın uzun vadeli tahmin ve hedefleri, resmi ağızlardan sabah yapılan açıklamaların, akşama kalmadan geçersizleştiğine şahitlik ediyoruz.
Balon misali patlayan, 2023 hedefleri bir kenara, Sayın Erdoğan ve ekibinin, 2018 yılı hedefleri, daha beşinci ayın başında, tükenmiş ve bitmiştir.
Uzun dönemdir süregelen, ekonomideki sapma eğilimi, artık çözülme sürecine girmiş durumdadır.
Son birkaç yıldır, yerli ve yabancı bütün analizler, Türkiye’nin, en kırılgan ekonomilerin başında geldiğini, ortak kanaat olarak vurguluyor.
Enflasyon ve faiz sarmalı, tekrar ortaya çıkmıştır.
Devam etmesi yıkıcı etkilere yol açacaktır.
Sayın Erdoğan’ın yurtdışında, ekonomi konusunda, yaptığı konuşma, Türk ekonomisinin sahipsizliğini,
hatta ondan öte, temel ekonomik realitelerden bile kopuk bir anlayışla zorlandığını, dünya kamuoyuna göstermiştir.
Kimse, ülkesinin ekonomisini, hem de uluslararası bir ortamda, kendi şahsında toplayamaz.
Aklı başında hiç kimse, bağımsız olması gereken kurumlara, seçim sonrası müdahale edeceğini söyleyemez ve halkı korkutmaktan beslenemez.
"BOŞ LAFIN BEDELİNİ, MİLLET ÖDER"
Sayın Basın mensupları,
Türkiye, ağzından çıkan laflara mukayyet olamayan biri tarafından yönetiliyor.
Seçmeni korkutarak seçim kazanmak gibi, kendi çıkarlarına, ülkeyi feda eden yaklaşım kabul edilemez.
Bunu, en üst düzeyde bir sorumsuzluk örneği olarak görüyoruz.
Değerli basın mensupları,
Başından beri söylediğimiz gibi “ekonomiyi güven yönetir.”
Siyasi iradenin en temel görevi bu güveni sağlamaktır.
Ekonomide yapılması gereken, hukuk devleti ve piyasa koşullarının işlevselliğidir.
Konularında deneyimli ve başarılı geniş bir kadro içerisinde yeterli hazırlığımız var.
Dünya öyle bir dünya ki, ne ekonomi, ne de siyaset, boş laflarla yürütülme dönemini, çoktan geçmiştir.
Siyasetçinin, kendine aşık her boş lafının bedelini, millet öder, zaten ödüyor da.
Biz diyoruz ki,
Eğer, işin ehli olanlar, Türkiye’yi yönetirse, o yorgun şoförün elinden, o direksiyon alınırsa, ülkemiz uçuruma yuvarlanmaktan kurtulacağı gibi, yoluna da, huzur ve güvenle devam edebilir.
"EN FAZLA DEĞER KAYBEDEN PARA BİRİMİNE SAHİBİZ"
Değerli Basın Mensupları,
Anlaşılmıştır ki, ekonomide hiçbir maliyet, bugünkü yönetimin devamından, daha yüksek olamaz.
Yaşananları önce anlamak lazımdır ki, çözümleri doğru konabilsin.
Size, içinde bulunduğumuz ekonomi denizinde, ne yaşıyoruz, başımıza ne geliyor özetleyeyim;
Türk Lirası, yılbaşından bu yana, yüzde 12 değer kaybetmiş.
Krizdeki Arjantin Peso’sundan sonra, en fazla değer kaybeden para birimine sahibiz.
Gecen Eylül ayında, 3.40 olan dolar, bugün neredeyse 4.5 Lira.
Eğer, bir şeyler yapılmazsa, çok yakında 5 lira olacak.
Paramızın değer kaybetmesi, ithal ettiğimiz gübreyi, mazotu pahalılaştırıyor.
Yediğimiz ekmeği, sebzeyi, evimizde kullandığımız elektriği, arabamıza aldığımız benzinin fiyatını artırıyor, artırmaya da devam edecek.
Yani diğer bir deyişle enflasyonu artıracak.
Enflasyonun artması demek, fakirleşiyoruz demektir.
Dış borç ödemesi olan şirketlerimizi zor duruma düşürecek.
Dövizin artması ithal girdi kullanıp üretim yapan şirketlerimizin girdi maliyetini artıracak, üretimlerini zora sokacak.
Bu şirketler, ya işçi çıkaracaklar, işsizliğe yol açacaklar, ya da fiyatlarını arttıracaklar ve bu bize, enflasyon olarak tekrar geri dönecek. Fakirleşme hızımız artacak.
"AKP VE ERDOĞAN'A GÜVEN KALMADI"
Peki paramız neden değer kaybediyor?
Bu sorunun kısa cevabı, Ak Parti iktidarına ve Cumhurbaşkanına, artık güven kalmadığı için, değer kaybediyor olmasıdır.
Onların, doğru para politikaları uygulayacağına yerli ve yabancı yatırımcılar inanmıyorlar. Paralarını dışarıya çıkarıyorlar.
Elinde dövizi olan halkımız da tabi ki elindeki dövizi bozdurmuyor, çünkü onlar da hükûmete güvenmiyor.
Dövizi olmayan da, elinde zar zor biriktirdiği tasarruflarının enflasyon yüzünden eriyip gitmemesi için döviz alıyorlar.
İyi de kurumlarımıza ve hükûmete neden güven duyulmuyor? Çünkü;
Bu iktidarının özellikle son 5 yılında, Merkez Bankası’nın eli ayağı bağlandı.
Siyasi baskılar sonucunda Merkez Bankası, enflasyonu kontrol etmeyi bırakıp takip edici konuma itildi.
Merkez Bankamızın halk gözünde, yatırımcı gözünde güveni sarsıldı.
Son 5 yılda, enflasyonun düşürülmesine izin vermeyen hükûmet, faizlerin de yüksek kalmasına yol açtı.
Haliyle yüksek faizden borçlanmak istemeyen şirketlerimiz de, dışarıdan dolarla borç almaya başladı.
Bu durum öyle bir hal aldı ki önümüzdeki, 12 ay içerisinde Türkiye 240 milyar dolar civarında para bulmak zorunda. Böylece bu para ile bankaların, şirketlerin ve kamunun, önümüzdeki 12 ay içerisinde vadesi gelen, 186 milyar dolarlık borcu ödesin.
Ekonomimizin ihtiyacı olan ithal enerjiyi, girdileri, malları ve hizmetleri satın alabilmek için, 50-55 milyar dolara ulaşan cari işlemler açığını finanse etsin.
Bu para nasıl gelecek?
Ya borçla gelecek ya kısa vadeli sıcak para dediğimiz portföy yatırımları ile gelecek.
Ya da en güzeli olan, uzun vadeli, doğrudan dış yatırımlarla ülkemize gelecek.
Ancak Ak Parti’ye güvenmeyen yatırımcı, uzun vade de parasını Türkiye’ye getirmek istemiyor.
Kısa vadeye yöneliyor.
Kısa vadeli para girişleri de ancak, para ve maliye politikasına güven olduğunda geliyor.
Zaten, Merkez Bankamıza güveni bozmuşlardı. Elimizde sadece maliye politikasına güven kalmıştı, maalesef secim kazanma namına onu da bozdular.
Böyle olunca da yerli ve yabancı yatırımcı da parasını çıkardı. Halkımızın da dövize olan talebi arttı.
"NASIL BİR ÇÖZÜM ÖNERİYORUZ?"
Pekâlâ Türkiye buradan nasıl çıkar?
Biz nasıl bir çözüm öneriyoruz?
Türkiye’yi refaha çıkarmak için;
Öncelikle ekonomiyi işinin ehli kadrolara teslim edeceğiz.
Biz, Merkez Bankamızın bağımsız hareket etmesini sağlayacağız.
Biliyoruz ki bağımsız hareket edebilirlerse, piyasalar da Merkez Bankası’nın doğru zamanda, doğru kararlar alacağını bilirler.
Böylece Bankaya olan güven artar.
Bugün Merkez Bankası’nın hem paramızın dolar karşısında değer kaybetmesini engellemesi, hem de enflasyonu düşürmek için, paramızın fiyatı olan faiz oranlarını ekonominin gereği şeklinde düzenlemek gerekmektedir.
Merkez Bankası’nın, enflasyon ile mücadelede kararlı olması, enflasyonu düşürecek, paramızı güçlendirecek ve orta vadede faiz oranlarının da, beraberinde düşürülmesine imkân verecektir.
Bunu yaparken, maliye politikasında da, istikrarı tekrar tesis etmek ve bozmamak gerekmektedir.
Biz vergileri tabana yayarak, daha fazla vergi geliri yaratmayı, böylece vatandaşın üzerindeki vergi yükünü azaltmayı planlıyoruz.
Ayrıca, bütçemizdeki gereksiz harcamaları kısıp, geri kalan harcamaların da, doğru alanlara harcanmasıyla, maliye politikamıza, tekrar güveni tesis edebileceğimize inanıyoruz.
Değerli Basın Mensupları,
Bir devlet başkanının işi, ekonomiyi yönetmek değildir.
Burada da, yamuk bir bakış açısıyla karşı karşıyayız.
Onun işi, ekonomiyi yönetenleri yönetmek ve güveni tesis etmek olmalıdır.
Bu nedenle,
Sorularınız için sözü arkadaşlarıma bırakıyorum."