AKP tabanının memnuniyetsizliğinin en önemli nedeninin ekonomik hal olduğunu kaydeden Kılıçarslan, “Kendi ekonomisinin daraldığını hisseden vatandaş kendi derdine düşüyor. Kaldı ki “market lobisi” söyleminin de toplumda belirgin bir karşılık bulduğu söylenemez. Vatandaş doğrudan cebindeki paranın hem bollaşmasını hem de satın alma gücünün kuvvetlenmesini istiyor ki bu da en doğal hakkıdır” yazdı.
Kılıçarslan, Erdoğan’a sevgisini koruyan tabanın AKP yönetimi ve bakanlara da kızgın olduğunu iletti. Seçmenin Erdoğan’la ilgili olarak “Reis yalnız kaldı” düşüncesine kapıldığını öne süren Yeni Şafak yazarı, “İkinci büyük memnuniyetsizlik ise doğrudan AKP''li kadroların inisiyatif almadıklarına, Recep Tayyip Erdoğan’ın ufkunu anlamadıklarına, onun işini kolaylaştırmadıklarına dair yaygın kanaat… “İsimleri her seferinde değişen” bir dünya bakan, vekil, belediye ya da teşkilat başkanı ismi sıralıyorlar kızgınlıkla” ifadelerini kullandı.
Seçim sonuçlarını iddia edilenin aksine Z kuşağının değil orta sınıfın belirleyeceğini savunan Kılıçarslan, bu kesimde de AKP’ye dönük bir memnuniyetsizlik oluştuğunu itiraf etti.
Kılıçarslan, iktidarın “söylem üstünlüğünü” muhalefete kaptırmasıyla ilgili olarak da AKP’li yöneticilerin sosyal medya ekiplerini suçladı.
Kılıçarslan’ın yazısının ilgili kısmı:
Diğer yandan, AK Parti tabanının memnuniyetsizliğini birkaç ana maddede toplamak iktiza eder. Bunlardan ilki ve tartışmasız en önemlisi memleketin içerisinde bulunduğu ekonomik haldir. Makro verilerin iyileşmesi, düzelmesi falan vatandaşı alakadar ediyor görünmüyor. Zira kendi ekonomisinin daraldığını hisseden vatandaş kendi derdine düşüyor. Kaldı ki “market lobisi” söyleminin de toplumda belirgin bir karşılık bulduğu söylenemez. Vatandaş doğrudan cebindeki paranın hem bollaşmasını hem de satın alma gücünün kuvvetlenmesini istiyor ki bu da en doğal hakkıdır.
İkinci büyük memnuniyetsizlik ise doğrudan AK Partili kadroların inisiyatif almadıklarına, Recep Tayyip Erdoğan’ın ufkunu anlamadıklarına, onun işini kolaylaştırmadıklarına dair yaygın kanaat. Bu kanaat haklıdır ya da değildir onu bilemem ama AK Parti’ye gönül vermiş insanlarla konuştuğunuzda derhal bu meseleden açıyorlar bahsi. “Reis yalnız kaldı” ile başlayıp “Allah Tayyip Beye uzun ömürler versin” duası ile bitiriyorlar. Arada ise “isimleri her seferinde değişen” bir dünya bakan, vekil, belediye ya da teşkilat başkanı ismi sıralıyorlar kızgınlıkla.
Üçüncüsü ise bence şu. AK Parti’nin iktidara gelir gelmez ivme kazandırdığı “orta sınıflaşma konsepti” tüm dünya ile birlikte Türkiye’de de duvara yaslanmış görünüyor. Orta sınıflar memnuniyetsizlik üretiyorlar durmadan ve yukarıya doğru yükselmeyi hayal etmekle aşağıya düşmenin korkusunu yaşamak arasında tuhaf, patolojik bir yerde kurguluyorlar artık hayatlarını. CHP’nin iktidara gelmesini istiyorlar mesela ama ekonomiyi düze çıkaracak tek isim olarak da Tayyip Erdoğan’ı görüyorlar. Gerçeklerle arzular arasında sıkışıp kalmış tipik bir orta sınıf refleksi gösteriyorlar yani.
Yeri gelmişken söyleyeyim. Sonraki seçimlerin sonucunu zannedildiği gibi genç seçmen değil bu orta sınıfın memnuniyet derecesi belirleyecek. “Orta sınıflaşmanın” doğal şartı “sürdürülebilir memnuniyet” üretmektir ve bilinir ki orta sınıf kolay kolay memnun olmaz. Olmaz zira hayalleri cebindeki paranın hep ve her zaman üzerindedir.
Gelelim “söylem üstünlüğü” meselesine. Bu söylem üstünlüğünü “sürekli defansa çekilmeyi” başararak biz kendi ellerimizle verdik adamlara. Onlar da ibrikten gündem oldular. İbriğin sapını tuttukları özgüvenden ve cesaretten bize de lazım. Tabii, her biri kendi temsil ettikleri siyasinin fotoğrafının nasıl çıktığını düşünmekten başka işe yaramayan “sosyal medya ekipleri” ile olmaz bu özgüven ve cesaret işi.