Diriliş Postası yazarlarından AKP İstanbul Milletvekili ve Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Metin Külünk YAŞ kararlarını eleştiren bir yazı kaleme aldı.
"Hakkaniyet kolonuyla yükseltilmesi gerekenler, 'bürokrasi zihniyetinin çıtaları'yla boğulmamalıdır" diyerek, YAŞ kararlarını sert bir dille eleştiren Külünk, yazısında "YAŞ’ın bir daha toplanması için yeni bir davet sunmanın yeterli olacağı kanaatindeyim" ifadelerine yer verdi.
Külünk'ün "Canfedâ olmak veya terfi beklemek" başlıklı yazısı şöyle:
15 TEMMUZ’u 16 Temmuz’a bağlayan gece, Şehit Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir’in vurduğu hain Semih Terzi’nin Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı işgal girişiminin yanında, gerçekleştirilmesi için talimat verdiği bir de cinayet plânı vardı.
Bu plân, bugün 2. Ordu Komutanı olan Korgeneral İsmail Metin Temel’in öldürülmesi üzerine kuruluydu.
Temel, o gece Van Asayiş Kolordu Komutanı olarak, bugün işgalci darbe girişiminden tutuklu olan Adem Huduti’yi -o gün 2. Ordu Komutanı- arayarak, Huduti’den, söz konusu kalkışmanın “F” tipi bir girişim olduğunu ve 2. Ordu’nun bu kalkışmada yer almadığının belirtildiği bir açıklama yapmasını istemişti.
Ancak Huduti bunu yapmamıştı!
İsteği yerine gelmeyen Korgeneral Temel, bir de Van’da susturuculu silahlarla teçhiz edilmiş özel bir time infaz ettirilecekti. Başaramadılar, çatışmadan arkalarına bakmadan helikopterle kaçtılar…
İşgalci darbe girişimine ilk andan itibaren direnen ve gösterdiği mukavemetle o gecenin asîl kahramanlarından olan Temel,15 Temmuz’dan kısa bir süre sonra Millî Savunma Bakanlığı’nın atama kararıyla Adem Huduti Kara Kuvvetleri emrine kaydırıldığı sırada 2. Ordu Komutanı yapılmıştı.
Fakat TSK’nın en kalabalık ve en güçlü birliğine komuta eden Korgeneral Temel, birkaç gün önce geride bıraktığımız Yüksek Askerî Şûra’da terfi ettirilen isimler arasında yer almadı. Sebebi, bunun için daha 2 yıla ihtiyacının olması…
15 Temmuz’un bir diğer kahramanı da, Birinci Sene-i Devriye Etkinlikleri’nin finali olan İstanbul’daki 15 Temmuz Şehitlerini Anma Mitingi’ne uçağıyla giderken Sayın Cumhurbaşkanımızın selâmladığı ve âdeta kendisinin özel bir izinle yanına kadar yanaştırdığı koruma jetini kullanan 3’üncü Ana Jet Üssü Harekât ve 132’nci Filo Komutanı Hava Pilot Albay Mete Kuş idi.
İsmiyle müsemmâ bir cevvallikle “gök vatanın modern sunguru” olan Mete Kuş, işgalci darbe girişimi sonrasını bırakın, Hava Harp Akademisi’nde çalıştığı ilk günden beri FETÖ’ye karşı gösterdiği “direnci”yle biliniyordu.
Girdiği kurmaylık sınavlarının kimsenin müdahale edemediği iki testinde üst düzey başarıyı yakalayan Albay Kuş, her nasılsa çoğunlukla darbeci FETÖ’cülerin yüksek not aldığı klasik sınavdan kötü sonuç almıştı.
Öyle ya, dediğimiz gibi, FETÖ’ye karşı o günlerden direnci biliniyordu!
Kurmaylık sıfatı elinden “çalınan” Mete Kuş’la aynı yıl Hava Harp Okulu’ndan mezun iki Hava Pilot Albay birkaç gün önceki YAŞ’ta “3 sene erken terfi” görürken -albaylıkta 4 sene bulunması gerekçesiyle-, 15 Temmuz’un gizli kahramanlarından Mete Kuş ise, âdeta FETÖ’ye karşı mücadelesinin, sene ve sınav kriterine göre maalesef hiçbir önemi yokmuş gibi terfi görmedi.
Hem de terfi alan albaylardan birinin, TBMM’yi bombalayan 6 adet F-16 uçağının üssü olan Diyarbakır’ın Komutan Vekili olması bile Şûra’ya etki etmeden…
Aslında konu, bu iki önemli askerin terfi ettirilmemesiyle ilgili değil. Zira, terfiine 2 yılı kalanların önüne bir “çıta” konulmuş...
Yeni Deniz Kuvvetleri Komutanı da bu durumun örneklerinden ve o da önünde iki yılı olduğu için oramiralliğe terfi edilmedi. Koramiral olan Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın altında oramiral var…
Ancak niceliksel anlamda yaşanan sıkıntıların başında, plânlayıcı komuta kadrolarının eksik kalışı yer alıyor.
Daha önce ehil olan personel, FETÖ’nün baskı veya kumpaslarıyla uzaklaştırılmıştı. Kalan ehil personelse bahsettiğim “çıta”ya takıldı. TSK, niceliksel olarak yara almanın yanı sıra, niteliksel olarak da yara almaya başladı.
Meselâ Hava Kuvvetleri terfilerinde yüzde 80 pilot kadrosu yer almalıyken, tersine hava-yer kadrolarına terfi verildi.
Hava Kuvvetleri, hassas vuruş kabiliyeti ile en önde savaşan kuvvetimiz. Terfilerde “liyakat” yerine aranan “sistemi koruma çabaları” sayesinde savaşma kabiliyeti de zarar görüyor.
Bu konunun sonu, şu soruları sorduruyor:
Meselâ El-Bab operasyonunda, şehirde kaç DAEŞ’li vardı, buna karşı kaç sorti ve kaç bombalama yapıldı ve kaç top atıldı?
Sadece bu sorulara bile cevap verildiğinde durum ortaya çıkacaktır.
FETÖ’ye karşı mücadele etmeyen, devleti için mücadele etmek üzere yetkin ve etkin hamle de yapmaz...
Eminim ki, terfi eden subayların çoğunluğu, geçtiğimiz sene tüm güçleri ile FETÖ’ye karşı savaşmışlardır.
Taşın altına ellerini değil gövdelerini sokanlar “çıta”ya takılırlarken, köşelerine çekilenler de terfi görmüş olabilirler...
Elbette terfi sistemi geçmişin ödüllendirilmesi değil, subayların geçmiş performanslarının, gelecekte gösterecekleri performanslarını değerlendirme süreci olarak ele alınmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti için aslolan, ülkenin bekası için savaşacak subayların, kuvvetleri içerisinde asıl savaşan unsurlardan olmasıdır.
Yoksa, Sayın Cumhurbaşkanımızın bütün teveccühlerine rağmen, onun karşısına geçer bir hâdsizlikle, ülke düşmanlarına karşı mücadele veren personelin sessiz kalmasını mı istiyorlar terfi listelerinden isimlerini silerek?
Bu durum, FETÖ’ye ve tüm düşmanlara karşı mücadele verenlere bir ödül mü, yoksa ceza mı? Yahut FETÖ’ye karşı savaşmadan köşede sessizce beklemek, terfi ile mi ödüllendirilecek?
Bu durum savaş kabiliyetini, azim ve özveriyi törpülemenin yanında, FETÖ’nün ve tüm ezelî düşmanlarımızın savaşma azmini arttırmaz mı?
Tüm düşman odaklara karşı mücadele gayretini ve ayrıca ümidini yıkmaz mı bu tutum?
“Köşende bekle, zamanın gelince işin garanti!” anlayışının tehlike boyutu ortadadır.
Hakkaniyet kolonuyla yükseltilmesi gerekenler, “bürokrasi zihniyetinin çıtaları”yla boğulmamalıdır.
Asker, harekât odaklı komutanıyla askerdir.
Ve bu yüzden izah etmeye çalıştığımız durum, mücadelesinin sembolik de olsa karşılığını göremeyen amirlerle beraber emir altındaki mücadeleci personeli de olumsuz etkilemektedir.
FETÖ’nün yeterince mağdur ettiklerini niçin biz de mağdur edelim ki!?
Bu noktada FETÖ’ye karşı “ölümüne mücadele”yi perçinlemek ve ümidi söndürmemek için yeni bir OHAL KHK’sı çıkarmanın veya YAŞ’ın bir daha toplanması için yeni bir davet sunmanın yeterli olacağı kanaatindeyim.