AKP iktidarı ve PKK ilişkilerinde gelinen nokta
Referandum süreciyle beraber terör örgütü kanlı eylemleri, psikolojik saldırıları ve müzakere pozisyonlarıyla öne geçmiş görünüyor. PKK bütün unsurlarını; İmralı-Kandil-KCK-BDP-STK ve medya güçleriyle meydana çıktı. Hükümetle giriştiği diyalog-görüşme-müzakere ilişkileri, “eylemsizlik” karşılığında dayattığı şartlar ve egemenlik talepleri yoğunluk kazandı. Bu trafikte yaşananları, bölücü terör örgütünün elde ettiklerini ve gelinen noktayı değerlendirebilmek için tabloya bütünüyle bakalım.
Referandum döneminde hızlanan görüşme ve pazarlıklar zincirinin günümüze kadar sürdüğünü görüyoruz. Hatırlanacağı üzere Başbakanın “Hükümet değil devlet görüşüyor” söyleminin arkasından PKK 20 Eylül’e kadar “eylemsizlik” kararı aldığını ilan etmişti. Bu sürenin dolmasına bir gün kala Başbakan’ın başkanlığında yapılan toplantı sonrasında da örgüt süreyi 30 Eylül’e kadar uzattığını açıklamıştı. 23 Eylül’de hükümet adına Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ile Adalet Bakanı Sadullah Ergin, BDP heyetiyle TBMM’de resmen bir görüşme yapmış ve PKK isteklerine dair her konu ele alınmıştı.
16 Ekim’de avukatlarıyla görüşen terörist başı, “31 Ekim’in sonuna kadar bekleyeceğim. Eğer çözüm amaçlı gelmezlerse kellem de gitse bundan sonra karışmayacağım. Çözüm amaçlı gelirlerse; özet olarak; ‘İki protokol’ görüşümü tekrarlayacağım. Birincisi güvenlik protokolü, ikincisi demokratik haklar protokolü, anayasa bunun içindedir. Ben daha önce yazdığım mektupta da bu iki protokol hususunu belirtmiştim. Devlete ve Kandil’e yazdığım mektupların cevabını da henüz alamadım. 31 Ekim’e kadar bekleyeceğiz ondan sonra ben yokum, aradan çekileceğim ve artık süreci KCK götürecektir, KCK kendi kararını kendisi verir.”
Bu tehditten sonra devlet görevlileri 25 Ekim ve 1 Kasım’da terörist başı ile iki görüşme daha yapıyor. Bu görüşmeleri “diyalogdan müzakereye geçiş süreci” olarak değerlendiren terörist başına, Kandil ve KCK’ya yazdığı mektupların yazılı cevabı da veriliyor.
Sonra... evet sonra KCK ve Kandil “eylemsizlik” süresinin 2011 seçimlerine kadar uzatıldığını açıklıyor. Çünkü istediklerini aldıklarını düşünüyorlar.
KCK ve PKK’nın devletten istedikleri ise o da çok açık; 5 madde ile özetleniyor. Bunlar:
1- Askeri ve siyasi alanlara dönük operasyonların durdurulması,
2- Haksız yere tutuklanana Kürt siyasetçilerinin (KCK başta) serbest bırakılması,
3- APO’nun sürece aktif olarak katılması için önünün açılması ve diyalogun müzakere düzeyine çıkarılması,
4- Sürecin ilerlemesi için anayasa (Türk kimliği yerine vatandaşlığın konması, iki dilli, iki kimlikli, özerk bölgeli rejime geçilmesi) ve hakikatleri (faili meçhulleri) araştırma komisyonlarının kurulması, 5- Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması.
Evet her şey bu kadar açık. Terör örgütü, devletin-milletin-vatanın paylaşılmasını müzakere edecek konuma gelmiştir.
Sonuç olarak bazı hususlara temas edelim.
Birincisi: Örgüt artık devlete, yargılanan KCK’yı muhatap yapmak istiyor. Bu taktik yenidir. KCK nedir denirse söyleyelim. PKK bireysel cinayet işleyen silahlı terör örgütü, KCK ise şehirlerde kitle kalkışmalarını organize edecek silahsız terör örgütüdür. Bir ara terörist başı; Eğer bizimle anlaşmazsanız, kitleler ayağa kalkar, bunların arasına KCK girer, o zaman binlerce kişiyi öldürmek zorunda kalırsınız. demişti. Bunun için KCK tutuklamaları ve yargılamaları başlamış olmalı. Eğer bunun önüne geçilemezse, süreç tamamen terör örgütünün eline geçebilir, her şey kontrolden çıkabilir.
İkincisi: KCK’nın “eylemsizlik” kararının gerekçesi. Burada; “Türkiye’nin önündeki parlamento seçimlerinin sağlıklı geçmesi için, halklarımıza karşı duyduğumuz sorumluluğun bir gereği olarak bu tarihten itibaren 2011 genel seçimlerine kadar eylemsizliğin sürdürülmesine karar vermiştir” ifadesiyle, 26 yıldır halka kan kusturan ihanet örgütü AKP’yi korumaya ve “diyalogdan müzakereye” geçişin zeminini güçlendirmeye çalışıyor.
AKP milletten, yasadan ve sandıktan korktuğu için gizlilikten, PKK ise açıklıktan yanadır.
Üçüncüsü: İlgililere soralım; Örgütle görüşen “devlet” neresidir? Lütfedip, PKK’nın bildiklerini Türk Milletine de açıklasalar olmaz mı? Hazmedilmez deniliyorsa, bu bile ne kadar yanlışta olunduğunu göstermeye yetmiyor mu?