Aklıselime dönüş mümkün mü?
Fıtrat ve vicdanla da yakından ilgili olan aklıselim; davranış, karar verme ve uygulamada doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırabilen akıl demektir. Bu kabiliyeti gösterene de, aklıselim sahibi diyoruz. Söze niçin buradan başladık? Açık değil mi? Türkiye’miz göz göre göre kapana düşürüldü. Çünkü ülkemizi yöneten siyasetin, aklıselimin doğru dediğini değil, yanlış dediğini seçmesi bu sonucu doğurmuştur. Temel yanlış ise, egemenliğin yegâne sahibi ve bir bütün olan Türk Milletinin, etnik ve mezheplere göre ayrıştırılması siyasetiydi. İç çatışma demek olan bu siyasete devam edileceği anlaşılıyor.
Hatırlayalım; Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, Başbakan Davutoğlu’na öncelikle şu üç görevi devretmişti; bunlar: 1) Türk adını Anayasadan çıkarıp devletin tapusunu iptal ederek bölüşülmesinin yolunu açacak olan “anayasanın değiştirilmesi”, 2) Türkiye’nin bölünmesi sonucunu doğuracağı belli olan, Oslo ve İmralı’da KCK-PKK bölücü terör örgütüyle varılan mutabakatın, kısa adıyla “Barış sürecinin” gerçekleştirilmesi, 3) Kuvvetler ayrılığına dayalı devlet yapısını ve kurumların daha da zayıflatılması sonucunu doğuracağı belli olan “paralel yapıyla” mücadele edilmesi
Bu üç görevi özetleyecek olursak, hepsinin de, Türk Milletinin kurucusu ve sahibi olduğu millî ve üniter Türkiye Cumhuriyetinin paylaşılması sonucunu doğuracak düzenlemelerden oluştuğunu görüyoruz. Demek ki, 2002’den itibaren sürdürülen bu siyasetin son durağı burasıymış. Nitekim Suriye’deki çatışmaları bahane eden bölücü terör örgütü, son günlerde yaygın olarak bayrağımızı ayaklar altına almakta, Devletimizin kurucusu Büyük Atatürk’ün büst ve heykellerini yıkmakta, masum insanlarımızı katletmekte, İstanbul dahil birçok şehrimizi yakmakta ve yıkmaktadır. Bu arada, Doğu ve Güneydoğu’da özellikle kamu binaları ve görevlilerinin hedef seçilmesinin kendilerine “egemenlik alanı” açmaya matuf olduğu anlaşılıyor. Basında yer alan bilgilere göre; 35 vatandaşımız öldürülmüş, 556 (340 özel, 216 resmi) araç, 72 okul, 3 bin işyeri, 190 banka şubesi, 263 kamu, 80 siyasi parti binası ve 30 öğrenci yurdu yakılıp yıkılmış, birçok akaryakıt istasyonu ateşe verilmiştir. İstanbul’da dahi işyerlerinin ve belediye otobüslerinin yakılması Tv ekranlarında canlı yayınla duyurulurken, olay yerinde güvenlik güçlerinin bulunmaması, istihbarat zaafı olarak değil, siyasetin gereği olarak görülmek gerekir. Vatanın bütünlüğüne, Milletin birliğine, Devletin tekliği ve bağımsızlığına, vatandaşın can ve mal güvenliğine, kamu düzeni ve kanun hakimiyetine yönelik, büyük boyutlu terör saldırılarının, bazı yetkililer tarafından “süreç devam edecektir. Kimse süreci durduramaz” şeklindeki açıklanması da, aynı çerçevede ele alınmalıdır. Bu durumda ya, ihanete gidişin hâlâ fark edilmediği veya bu gidişin ihanet sayılmadığı anlaşılmaktadır.
Ülkemizin içine düştüğü bu vahim durumun baş sorumlusu, elbette iktidarın siyasetidir. Ancak bugünlere gelişimizin, görevlerini tam yapmayan başka sorumlularının da olduğuna inanmaktayız. Meselâ, genel olarak muhalefet partileri, medya, üniversite ve STK’ları sayabiliriz. Bunlar; Erdoğan 2005’de Diyarbakır meydanında “Kürt sorunu benim sorunum” dediğinde, 2009’da “Kürt açılımını başlatıyorum. Esasen biz açılımı 2002’de AB uyum yasalarıyla başlatmıştık. Şimdiki açılım hızlandırılacaktır. Kısa, orta ve uzun dönemde tamamlanacaktır. Kısa dönemdeki kolay, ama orta ve uzun dönemdeki zor, çünkü anayasa değişikliğini gerektiriyor, mesela Türk adını anayasadan çıkarmak gibi” dediğinde, Oslo ve İmralı’da KCK-PKK terör örgütüyle “mutabakata” varıldığında, oynanan oyunun ne olduğunu, içeriğini Türk Milletine yeterince açıklamamışlardır. İstisnalar bir tarafa genel olarak “muhalefet”, iktidardan bölücü terör örgütüyle yaptığın müzakere ve anlaşmaların ne olduğunu açıkla” demekle yetinmiştir. Gizli iş çevirmeyi stratejisinin temeli sayan iktidar, “muhalefetin” bu tutumundan ziyadesiyle istifade etmiş, sonuçta bilgisiz kalan millet iktidara tavır koyamamıştır. Muhalefet, “Açıkla” nakaratıyla yılları geçir/ ayrıştırmamiştir. Halbuki medyaya sızan bilgiler değerlendirildiğinde, kamuoyu yeterince aydınlatılabilir, milli bir siyaset geliştirilebilirdi. Olmadı.
Aklıselime dönülmesi için:
Bölücülüğün kaynağı olan, Türkiye’yi etnikleştirme/ayrıştırma siyasetinden kesinlikle vazgeçilmeli, iktidar, Türk Milletine ve partilere doğru bilgi verip desteğini almalı, Anayasamızın ve hukukun bahşettiği bütün tedbirler çok yönlü olarak ve kararlı bir şekilde, acilen alınmalıdır. OHAL veya Sıkıyönetim ilân edilmeli, güvenlik güçlerinin yetkileri arttırılmalı, gerekli yasalar TBMM’den ivedilikle çıkarılmalı, medya desteği güçlü şekilde temin edilmeli, dünyanın hiçbir ülkesinde devleti yıkmak isteyen terör örgütünün mecliste partisi olamayacağı gerçeğinden hareketle, PKK’nın uzantısı bölücü parti hakkında hemen yasal işlemler başlatılmalı, terörün dış desteğinin kesilmesi için diplomatik atağa geçilmelidir.
İçteki yangını söndürmenin
başka yolu yoktur.