Aklınız başınıza hep geç geliyor!..
“Soykırımı inkâr yasası” olarak bilinen tasarı Fransız Ulusal Meclisi’nde kabul edilince başta Başbakan Erdoğan olmak üzere hükümet erkânı hop oturup hop kalkmaya başladı.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu da, “Türkiye’nin sadece Paris’te değil Avrupa Konseyi’nde sesini yükselteceğini ve Avrupa değerlerine sahip çıkacağını, diaspora kavramını da değiştireceklerini ve Anadolu topraklarından göçmüş, dini ve mezhebi ne olursa olsun, Ermeni. Rum, Yahudi yahut kim olursa olsun her birey ile tek tek ortak tarihi konuşacaklarını” söyledi.
İnsan ister istemez, iyi de, daha önceleri neredeydiniz diye sormadan edemiyor.
Mesela Türk Ermenisi Levon Dabağyan 2005’in Nisan’ında Meclise geldi, “Soykırım diye bir şey olmadığını” belgeleri ile anlattı. Hangi siyasetçi yanına Sayın Dabağyan’ı alarak Avrupa platformlarında diyasporanın tarihi hakikatlerle yüzleşmesine yardımcı olmaya çalıştı? Hiç biri. Sayın Davutoğlu önce “danışman”, sonra Dışişleri Bakanı olarak en azından bugünlerin geleceği açıkça belli olan 2006’da bir kılını kıpırdattı mı?
Türkiye’nin bu konuda kullanacağı o kadar çok imkânlar vardı ve bu imkânlar öylesine heder edildi ki, insanın kanı donuyor. Meselâ Tarihçi Bernard Lewis 1993 yılında Fransız Le Monde gazetesine bir demeç vererek sözde Ermeni soykırımını, “Tarihin Ermenice yorumu” olarak değerlendirdi. Sen misin böyle değerlendiren Fransa’daki Ermeni Platformu Lewis’i mahkemeye verdi. Yanlış hatırlamıyorsam bu davanın ikincisi 1995 yılının 17 Mayıs’ında görüldü. Ermeni Platformunu Fransız milletvekilleri Patrik Deveciyan, Patic Quentin, Levy Rivrain ve Daniel Jacobi temsil etti.
Davacılar tezlerini yalan belge ve duygu sömürüsü üzerine kurmuşlardı. Beş saat süren muhakeme boyunca Bernard Lewis’i Ermeni soykırımını inkâr ederek Ermenilere hakaret etmekle suçladılar ve bakınız Lewis’e nasıl hakaret ettiler:
“Lewis, Türk tezini tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan sahtekâr, Türkiye’ye bağımlı, ahlâktan yoksun bir bilim adamı tablosu sergiliyor” dediler.
İşte, diyaspora ahlâkı böyle bir ahlâk, diyaspora üslubu böyle bir üslup. Son gelişmede Sarkozy’nin de bu üslup ve bu ahlâktan nasiplendiğini göstermesi bakımından ilgi çekici bir örnek oldu. Her neyse, konumuz bu değil. Türkiye’yi yönetenler Lewis için ne yaptılar ve Lewis’le beraber Türkiye için ne yaptılar?
Davanın görüşülmesi sırasında Yargıç Kurulu Başkanı Bayan Cochard’ı uykusundan Lewis’i protesto eden Ermenilerin ıslıkları uyarınca Başkan, “Islığa izin vermem, yoksa hepinizi dışarı atarım” diye tehdit etti. Karar 21 Haziran’daki duruşmaya ertelendi ve Lewis, Ermeni Diasporasının isteği doğrultusunda “1 dolar” sembolik para cezası ile cezalandırıldı.
Yahudi kökenli Lewis, İslâm Tarihi ve Batı-İslâm tarihi konularında uzmanlaşmış, Batılı entelektüellerin makalelerine itibar ettiği bir öğretim üyesidir ve sözde Ermeni Soykırımı iddiaları konusunda tam bir tarafsızlık içerisindedir. Bu tarafsızlığı, Türk tezi ile neredeyse birebir örtüşmektedir. Türkiye’yi yönetenler Türk kökenli tarihçi Levon Dabağyan’ı değerlendiremedikleri gibi Bernard Lewis’i de değerlendirememiştir. Tavuk gibi hep yumurta kapıya gelince çığlık atmak artık âdetten olmuştur.
Yapacak o kadar çok iş vardı ki..
Mesela bir tane daha aklıma geldi.
Biliyorsunuz Sarkozy, Fransa Cumhurbaşkanı olmadan önce İçişleri Bakanı idi. Sarkozy’nin en yakınlarından biri de Avrupa Sanayi ve İşveren Konfederasyonları Birliği (UNICE) Başkanı olan Antonie Seillere idi. Sarkozy, Türkiye’nin AB’de yeri olmadığını söylerken Seillere, “Hayır Türkiye AB’nin önemli bir ekonomik ortağıdır. Ekonomik bir bütünleşme her iki tarafa da yarar sağlayacaktır” diye basın bildirileri yayınlıyordu.
Türkiye gibi dostu az, düşmanı haddinden fazla bir ülkenin yabancı ülkelerdeki böyle Türkiye yanlısı insanları ajandasına alması ve her türlü meselede yardımını her an isteyecek şekilde sürekli temas halinde tutması gerekmez miydi?
Bunların hiç biri yapılmadı; hâlâ da yapılmıyor.