Aklın almadığı

Akıl, "ol" deyince oldurulan bir nitelik değil.

Dolayısıyla, kimseden, en azından "anlatmak istediğimizi anlamamakta ısrar etmeyecek kadar" bile olsa "akıllı olmasını" bekleyemiyoruz; ne yazık ki!

*

Türkiye Cumhuriyeti''nin son 20 yılına uzaktan yahut yakından tanıklık eden ve elini vicdanına koyabilme erdemini kaybetmemiş herkesin anlayabileceği bir tepki, itiraz, ikaz alındı ve muhataplarınca öyle bir havaya sokuldu ki, sanki bu 20 yıl içinde bir gün bile "yandaşlaşmamış olmayı" göğsünde bir liyakat nişanı gibi taşıyan gazeteciler, yorumcular, sanatçılar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı''na, "Aman ha, bizden başka kimseyle muhatap olma" diyorlar.

Sanki, "Yanına bizi al, başka da kimseyi alma" diye yalvarıyorlar.

Sanki, "Senin yandaşın bizleriz; sen de AK Partililer gibi kendi yandaşlarınla bir körler sağırlar birbirini ağırlar düzeni kur" dayatmasında bulunuyorlar.

Ne alakası var?

*

Muhalefet liderlerinin tamamı; siyasi parti genel başkanları dahil, büyükşehir belediye başkanları dahil, sivil toplum kuruluşlarının, platformların, meslek odalarının, ne kadar kitlesel oluşum varsa tamamının yöneticileri dahil; ne kadar farklı kanal, mecra kullanabiliyorlarsa kullansınlar. Ne kadar çok, farklı insana, kesime ulaşabiliyorlarsa ulaşsınlar.

Ama bunu, geçen gün de izaha çalıştım ortaya bir meşruiyet ölçüsü koyarak; kaş yapmaya çalışırken göz çıkarmadan, kimsenin yaralarını kaşımadan, vicdanını kanatmadan, aklıyla oynamadan yapsınlar.

Ve lütfen;

Milliyetçilerle konuşsunlar.

Ulusalcılarla konuşsunlar.

Cumhuriyetçilerle, Atatürkçülerle konuşsunlar.

Devrimcilerle konuşsunlar.

Apolitiklerle konuşsunlar.

Muhafazakârlarla konuşsunlar.

Dindarlarla konuşsunlar.

Gayrimüslimlerle konuşsunlar.

Marjinallerle konuşsunlar.

Dezavantajlılarla konuşsunlar.

Liberallerle konuşsunlar.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kim varsa; ne kadar meslek, ne kadar grup, ne kadar ideoloji, ne kadar eğilim, ne kadar tercih; sokaklarda birlikte yürüdüğümüz, apartmanlarda birlikte oturduğumuz, otobüslerde birlikte yolculuk yaptığımız, marketlerde birlikte alışveriş yaptığımız, okullarda birlikte okuduğumuz herkesten söz ediyorum;

Ama "helalleşme"den söz etmiyorum.

"Şirin gözükme" takıntısından söz etmiyorum.

Hatta "uzlaşmaktan" da söz etmiyorum.

*

Uzlaşma ihtimalinizin zinhar bulunmadığı kesimlerle dahi iletişim kurmaktan söz ediyorum.

Anlaşamayarak, tartışarak, bir fikrî kavga içinde bile; gözümüzü oymadan yaşayabilme kabiliyetinden söz ediyorum.

Uçurumları kaldırmaktan, köprüler kurmaktan, ulaşılır olmaktan.

"Suç" olmayan, Anayasa''nın başlangıç metni temelinde "hak" olan her türlü söylem ve eyleme tahammül kültürünü geliştirmekten.

Buna dönük her adıma; kendini, kendinden olmayana anlatma gayretine eyvallah. Kendinden olmayanı dinleme gayretine de eyvallah.

Ama el insaf!

Bu uçurumlar açılırken, kazmayı en derine saplayanları onore etmeden olmuyor mu bu iş arkadaş!

"Yapanın yanına kâr" bırakmadan olmuyor mu kötülüğü?

Kendinden olana parmak sallamadan, kendinden olmayanla konuşulmuyor mu?

//////////////////////////

FON-O FİLM!

Kaç gündür yazacağım aklımda da sıra gelmiyor bir türlü;

Bu "Sessiz İstila" videosunun finansmanı neden bu kadar mevzu oldu?

Konuya ilgisi ilk günden bu yana bilinen Ümit Özdağ''ın "Yapım masraflarını ben karşıladım" açıklaması kesmedi; altında "kirli eller" arandı; bildik bilmedik ne kadar "fon" varsa adı uçuşturuldu.

*

Farkında mısınız; altı üstü 9 dakika 24 saniyelik bir videodan söz ediyoruz arkadaşlar?

Yaklaşık 3 dakikası, zaten Hande Karacasu''nun, tek başına kameranın karşısına geçip de yaptığı konuşma.

Kaldı mı sana 6, 6 buçuk dakika!

*

10 saniyelik reklam filminin bile devasa bütçelere çekilebildiği bir sektör, tek bir sahne için bizde bazen bir koca filme harcanan parayı bastıran şirketler, tek görseli bizim kaç maaşımıza karşılık gelen ücrete yapan süper çocuklar var tamam da, "Hangi parayla" diye didiklediğiniz video böyle bir yapım mı Allah aşkına!

Emeği geçenler yanlış anlamasınlar; küçümsemiyorum. Yarattığı etki zaten ortada.

Keza gönüllülük esasına dayandığı da.

Teknolojinin nimetlerine, ses, görüntü, video programlarına hâkim olup da, iş görür cinsten birkaç kamerayı -çok zorlarsan bir bile olur- satın alması da şart değil kullanma imkânı olan birçok heveskârın; şehirlerde oluşan "gettolar" ile bir ev ortamında pekala kotarabileceği bir "iş"e yüklenen anlamın, hayatın olağan akışına aykırılığına dikkat çekmeye çalışıyorum.

Öğrenciler, "okul projesi" diye hazırlıyorlar artık bu standarttaki filmleri.

*

Tonla dolar karşılığı en çok izlenen dizinin arasında mı yayınlattılar sanki?

Sokak panoları ilanlarıyla mı bezendi?

Bir anda yüzlerce köşe yazısında orantısız bir övgüyle mi reklam edildi?

Bir uluslararası festivalde "ödül" mü satın aldı da dünya gündemine getirildi?

"Sessiz İstila"ya fon etkisini, iktidarın gösterdiği refleks sağladı.

Yazarın Diğer Yazıları