Akıl izan var mı sizde?
Somali’de açlık ve susuzluktan ölmek üzere olan insan manzaraları uykularımızı kâbusa çeviriyor ve bu işlere sebep olanlara, sebep olduktan sonra kayıtsız kalanlara beddualar yağdırıyoruz.
Tamam da...
Niye akıllanmıyoruz?
Birleşmiş Milletler Somali’ye müdahale etmeden önce bu ülke tarlalarını ekip biçebilen, hayvan yetiştiriciliğinde bir hayli mesafe almış, kendi karnını doyurduğu gibi komşu ülkelere de sığır ihracatı yapabilen bir ülke idi. İşte öyle bir dönemde birileri çıktı, “Siz eti pahalıya mal ediyorsunuz, biz size daha ucuza verebiliriz” demeye başladı. O birileri elbette ki, Batı dünyası idi. Somalili yöneticiler bu tuzağa düştüler. Dün üretip kendi ve komşu ülkelerinin karınlarını doyurdukları ürünleri daha ucuza ithal etmeye başladılar. Üretimin kökü kesilince dışarıdan gelen ürünler eskisi gibi ucuz olmamaya başladı. Strateji de zaten bu idi. Ardından açlık geldi, açlıktan sonra “iç savaş” bir kâbus gibi çöktü Somali’ye.. İç savaş çıkınca da devreye Birleşmiş Milletler giriverdi. Bilmem bu hikâye sizde bir çağrışım yapıyor mu...
Lâkin mesele burada bitmedi...
SSomali halkı Müslüman olduğu için işin içine bir Müslüman ülke katılmalıydı ve adres belliydi. Türkiye’ye koştular. Güya onurlandırıyorlardı. BM’nin oradaki varlığına verilen ad, “Barış Gücü” idi. Barış gücünün komutasını Korgeneral Çevik Bir’e teslim ettiler. O günlerde yazdığımız gazetede yapmayın, etmeyin, bu pisliğe bulaşmayın diye yalvardık. Çevik Bir komutayı devralır almaz BM Barış Gücü’nde büyük bir yetki tartışması başladı. Zamanın BM Genel Sekreteri Butros Gali, Çevik Bir’e öyle yağlar yakıyor öyle yağlar yakıyordu ki, sormayın. Lâkin Gali’nin yaktığı bu yağlarda hem Somali halkı hem Türkiye’nin itibarı kavruluyordu... Çünkü BM içindeki Amerikalı ve İtalyan unsurlar Çevik Bir’den habersiz operasyonlar yapıyor, suçsuz insanları katlediyor, daha çirkin şeyler yapıyor, fatura ister istemez onların komutanı Çevik Bir’e ve tabii Türkiye’ye çıkıyordu.
Bu operasyonlar sonucu Somali işte bugünkü hale düştü maalesef...
Aynı oyun bir yıl sonra Afganistan’da tezgâhlandı. ABD Başkanı Bush NATO’yu kullandı ve bu ülkeye ölüm kusmaya başladı. Ve akla, ne hikmetse yine Müslüman kimliği ile tanınan Türkiye geldi. Hikmet Çetin NATO’nun Kıdemli Sivil Temsilcisi olarak 23 Ocak 1994 günü askeri bir uçakla Kâbil’e uçmak üzere Esenboğa Havaalanında idi ve özet olarak şunları söylüyordu:
“Afgan halkı çok acılar çekti. Önce Ruslara karşı savaştılar. Şimdi yoksulluk ve iç savaşla yüz yüzeler. NATO Afganistan’da huzuru sağlayacak, iç barışı temin edecek; işimiz zor ama başaracağız!”
Peki ne oldu? Afganistan’a barış mı geldi? Huzur ve refah mı geldi..
Hayır, Afganistan’a ölüm geldi, Afganistan’a emperyalizm geldi, yer altı ve yerüstü bütün zenginlikleri işgalciler tarafından paylaşıldı. Afgan halkı da, halkı Müslüman Türkiye bu işe niye alet oldu, askerini niye gönderdi, NATO’nun başında Hikmet Çetin’in ne işi var diyerek, gözyaşı döktü. Acı duydu, Türkiye’ye kızdı.. Görünen o ki, hiç birinden ders almışa benzemiyoruz. Girdikleri her ülkeyi talan eden ve kan gölüne çeviren Haçlılarla işbirliğine teşne bir duruşumuz var ve yine Haçlıların vereceği koçbaşı rütbesini itibar kaynağı olarak görüyoruz..
Eskiden
Gurbet adlı bir yer vardı eskiden,
Giden sıla diye ağlar dururdu.
Ayrılık ölümden zordu eskiden,
Kuşunu kaybeden ağaç kururdu.
...
Hanede kanaat, bereket vardı
Zenginler âdeta cennet kokardı
Fakirin gönlünden sebil akardı
Yiğidin yüreği fokur fokurdu.
...
Sevgilinin kalbi olsa da kaya,
Seven peşi sıra yollarda yaya..
Canını verirdi Mecnun Leyla’ya
Gül dalında yalnız bülbül şakırdı.
...
Aslı’nın yolunu tuttuğunda buz
Pişirdiği aşa gözyaşıydı tuz..
Sevdiği gurbette ölen köylü kız,
Gönül tezgâhında iffet dokurdu.
...
İbadetler vardı, riyadan beri,
Çiçekler çimenler döşerdi yeri..
Yemen’e gidenler dönmezdi geri,
Ahşap evde dullar Yâsîn okurdu.
Hasan Demir