Âkil adamlar tam bir fiyasko
Herkes kef ile telaffuz ediyor; yani “kim” sözündeki k sesi ile. Böylece kelimenin anlamı Arapçanın ekele (yedi) kökünden “yiyici” demek oluyor. Adamlar bir kuruş para almadıklarını sürekli söylüyorlarsa da “yiyici” kelimesi onlara yapışmış gibi duruyor. Oysa kelime “akıl” sözündeki kaf ile telaffuz edilmeli ki “akıllı” anlamına gelebilsin. Her ne kadar bazıları bunu küçük bir sorun gibi görüyorlarsa da bu, ülkemizin en önemli sorunlarından biri olan “eğitim (sizlik)” in bir sonucudur. Evet, kaf ile i sesini bir arada söylemek zordur ama eğitimin eğitim olduğu zamanlarda her lise mezunu bunu rahatlıkla telaffuz edebilir; âkil, inkilap gibi kelimeleri kaf ile hiç zorlanmadan söyleyebilirdi.
Dilimizde kullanımı oldukça seyrekleşmiş bulunan bu kelime niçin seçilmiştir, bilmiyorum. Kelimenin biraz yaygın kullanılışı başka bir bağlam içindedir: âkil bâliğ. Orada da aklı yeni başına gelmiş, büluğa ermiş anlamı var. Bizim âkillerin böyle olmadığı gerçek!
İşin kavram yanı böyle. Gelelim aslına. Bu adamlar tek seçici tarafından niçin seçildiler? Haydi, onların ifadesiyle söyleyelim: Barış sürecini vatandaşlara anlatmak için. Peki, barış gibi olumlu bir süreci vatandaşlara anlatmak, onları ikna etmek için özel bir uygulamaya niçin ihtiyaç duyuluyor? Demek ki barışın içinde var bir iş. Otuz yıldır insanlarımızı öldüren bir caniler çetesine hiçbir bedel ödemeden silahlar bıraktırılmışsa ortada büyük bir başarı var demektir. O zaman âkil adamlar gibi uygulamalara niçin gerek duyuldu?
Gittikleri her yerde âkiller protesto ediliyor. Bayrağını alan protestoya koşuyor. Demek ki vatandaş âkillerin bayrakla bir sorunu olduğunu da biliyor. Ay yıldızlı bayrağın yanına ikinci bir bayrak konulma niyetinin farkında. Âkillerden birinin “Türk bayrağı” demeyelim, “devlet bayrağı” diyelim diye yazdığının farkında. Onun için bayrağını kapıp koşuyor.
Protestocular 4900 küsur filanmış. Öyle diyor tek seçici. İyi de âkillerin onları ikna etmesi gerekmez mi? Peki âkiller kime konuşuyor. Valiliklerin ayarladığı sivil toplum kuruluşlarına. Zaten peşinen âkillerle aynı fikirde olanlara. Kazara aynı fikirde olmayan birkaç kişi salona girip düşüncesini söylemek isterse kıyamet kopuyor. 4900 sayısını söyleyen başbakan, bin bir düzenleme ile salonlara toplananların da kaç kişi olduğunu söylese ya. Hâsılı zor dostum, âkillerin işi zor.
Geçenlerde başbakan her zaman yaptığı gibi Esat’a yüklendi. Allah müntakim (bu da kaf ile. Anlamı: intikam alıcı) ve kahhar (kahredici) sıfatını Esat’a mutlaka gösterecekmiş. Çok akıllı ve çok muktedir ya; Allah’ın bu sıfatlarını ne zaman, nerede ve kime göstereceğini de o belirliyor. Haşa Allah’a yol gösteriyor. Laiklik bunun için lazım işte. Siyasi konuşmalara dinî söylemleri sokmamak için. Fakat başbakanımızı tutmak mümkün mü? Bir gün bir ayet, başka bir gün bir hadis döktürüyor. Madem bu işe bu kadar meraklısınız, hazır diplomanız da var, niçin gidip bir camide imam olmadınız? Her şeyin yeri var, öyle değil mi? Meclis’te, miting meydanlarında siyaset yapılır; camilerde, dinî okullarda, Kur’an kurslarında, dinî sohbet meclislerinde din konuları anlatılır. İsteyen de bu sohbetlere katılır, camilere gider; dinî konularda bilgi sahibi olur. Yahut da başta Kur’an tercümeleri olmak üzere konuyla ilgili kitapları alır okur. Milleti miting meydanlarında vaaz dinlemeye alıştırırsanız bunun ilk zararı dinimize olur.
Başbakanımız bir de ne dedi? Ağzında emzik olan kundaktaki bebekleri öldürmenin bedelini Esat çok ağır ödeyecekmiş. Ne dersiniz, Türkiye’deki bebek katilini yere göğe koyamayanlar, günün birinde aynı muameleyi Esat’a da yaparlar mı?