Ahmet Yesevi de Hitler'e hayran bir ırkçı mıydı dersiniz
Böyle de olmaz ki! Tam gazeteciliğe alışacağım; hoop, illa bir provokatif hareketler, bir ağır tahrik... "İçimdeki sanat tarihçisi" ne yapsın, dayanamıyor, hortlayıveriyor bulunca uygun zemini!
Son hadise, Habertürk'ten Serkan Akkoç'un "Nazi Bebek" haberi üzerine cereyan etti:
- Ne alakası var!
Haberde, Ankara-İstanbul yolu üzerindeki bir dinlenme tesisinde satıldığı söylenen "eli tespihli" bebeğin "Nazi" olduğuna beresindeki "gamalı haç"tan yola çıkarak hükmedilmiş. Hoş, ben de bu en ucuz malzemeden, sağlığa en zararlı koşullarda üretilerek, - ideolojik olarak olmasa ne gam- kimyasal olarak çocukları zehirleme potansiyeli aşikar bebeğin, hiç de öyle atalarımızın "Gök Tengrici bozkır yaşamı"na öykünerek tasarlandığını sanmıyorum ama, madem bir polemik başladı, şu parantezi açmakta fayda var:
- Her svastikalıyı Nazi sanma arkadaş!
O motif aslen "svastika"dır ve kavramsallaştırıldığı dilde (Hintçe) faşizmle değil "mutluluk"la özdeştir.
Motifin salt "Nazizm sembolü" olarak ele alındığını ve "Hitler'e göre" tanımlandığını görünce "mazallah" dedim;
Firuzağa delikanlıları iftar için gittikleri evdeki Türk halısında görür de evi yakmaya kalkışır filan!..
Yahut Allah korusun, yolları bir Mescid-i Cuma'ya, bir Ahmet Yesevi Türbesi'ne düşer; "bunlar da kriptoymuş" diye, yerle bir ediverirler Türk ve İslam tarihinin abide eserlerini!
Onun için, teyitli bilgidir, yayılsın:
Sadece "Gamalı Haç" bildiğiniz "svastika" hem semavi dinlerin hem de Hinduizm, Budizm gibi farklı inanç gruplarının mabetlerinde kullanılmıştır. Kiev'de çıkar karşınıza, İsfahan'da, Türkistan'da ve dahi Amasya'da Hatuniye Camii'nde de mesela!
Diyarbakır'ın "dünyaya açılan" dört kapısında da rastlarsınız; ki nasıl bir kültürel devamlılıktır hesap edin; Oğuzların dünyanın dört bir yanına yayılması tasvirlerinde de.
"Oz damgası"dır Türklerin...
Bu vesileyle, bu bilgiyi de buraya bırakmış olalım; bir gün akla-karayı ayırt etmenize yararsa ne âlâ...
Rivayet o ki...
Adı üzerinde rivayet; aslı astarı var mıdır bilemem. Ama bir söylenti olarak bir hayli konuşuldu Ankara'da. Derler ki;
MHP Genel Merkezi'nin olağanüstü kongre sürecindeki tarzını benimsemediğini daha önce de çeşitli vesilelerle belli eden Oktay Vural ile Genel Başkan Devlet Bahçeli arasındaki ipler İzmir'de birkaç gün önce katıldıkları iftar yemeğinde kopmuş. Doğruysa, Vural karşılamaya katılmayınca, Bahçeli bu duruma çok sert tepki göstermiş.
Alemin ağzı torba değil; diyorlar işte böyle...
Bektaşi...
Reklamın iyisi kötüsü olmaz diye düşünüyorlar galiba; kötü bir şöhretle ama son dönemin en "popüler" kanalı TRT! Son sansasyonları, "Kadınların arkasından bakmak normal, ancak Bektaşi gibi bakmamak gerek" lafı. Şikayetçi olan olana da, iktidar, "borazanı" gibi olan TRT'ye cezai müeyyide uygular mı?
"Bektaşi gibi bakmak gerekirse" söylenecek söz belli:
Kadıyı kime şikayet edelim ki!
Özgürlüğün bu kadarı da fazla!
Adalet gecikmez
Ankara Adliyesi'nde sıradan(!) bir gün... Elektrik kesik, sistem çalışmıyor, duruşma yapılamıyor... Bırakın ayı günü, duruşmaya çıkacağı saatleri, dakikaları sayan kim bilir kaç insan mağdur.
Halbuki ne diyordu şair:
"Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir
Temele taş bulmak gecikebilir
Devlete baş bulmak gecikebilir
Adalet gecikmez tez verilmeli..."
Bunu biliyor muydunuz?
PKK'cı olarak bilinen Özgür Gündem'in "Nöbetçi Yayın Yönetmenliği" kampanyasına katıldıktan sonra hakkında soruşturma başlatılan ve "terör propagandası" yaptığı gerekçesiyle tutuklanan Prof. Şebnem Korur Fincancı'nın, "dünya çapında değer" olan akademisyenlerin de zulümhanelere tıkıldığı Ümraniye Davası'nın "birey olarak tek müdahili" olduğunu, Silivri sürecinin "kumpas" olduğu itiraf edildikten sonra bile "bugün olsa yine müdahil olurum" dediğini biliyor muydunuz?
Fincancı'nın masum olduğunu savunanlar kanıt olarak "ne kadar değerli bir bilim insanı" olduğunu sununca aklıma geldi; Mehmet Haberal, "değersiz" bir bilim insanı mıydı?