Ah şu "dost görünen düşmanlar"
Rahmetli anneanneciğim, bahçedeki gündöndü sopalarını toplar, onlarla soba tutuştururdu. Hele peçka, o sopaların çıtırtısıyla ayrı bir güzel yanardı.
Gündöndü sopalarıyla yaktığı peçkanın üzerinde, bahçeden topladığı mısırları haşlardı; bir başka kokardı.
Ahırın bir köşesinde tavana kadar saman balyaları olurdu hep; buğday biçildikten sonra tarlada kalan saplardan yapılmaydı.
Çuval çuval domates, gamba biber getirirdi dedem bahçeden; avluda günlerce kazanlar kaynardı, mis gibi salçalar yapılırdı. Üzerine biber salçası sürülmüş ekmeğin tadı hâlâ damağımda...
Ayak altında dolaşmayalım diye bir tepsi çekirdek koyarlardı önümüze; bahçeden toplanmış, peçkada kavrulmuş, ev yapımı...
Avludaki tuvaletin dibinde bitmiş arsız bir armut ağacı vardı; en tepesine kadar tırmanırdım. "Dalından yemek"le orada tanıştım. Ve fakat iniş kısmında hayli başarısızdım; düşüp de ağzımdan burnumdan kan fışkırdığını bilirim o armutlar uğruna... Değer miydi derseniz; değerdi valla, misti mis...
***
Önceki gün, "Anacığım evde file dokurdu. File ile alışveriş yapar gelirdik. Bunun toprakla bir dostluğu var. O zamanlar bunlar kenevirden yapılırdı. Ülkemizde keneviri yok ettik. Kenevirden atlet, fanila dokunurdu. Çünkü teri emmesi çok farklı. Bize dost görünen düşmanlar ülkemden, Rizem'den keneviri söküp aldılar. Biz şimdi keneviri dışarıdan ithal ediyoruz" şeklindeki duygu yüklü yakınma ve akabindeki kenevir ekimine başlayacağımız müjdesini duyunca, "Rize'den değil de Trakya'dan söküp alınmış olmak zahir" diye düşündüm bizim ayçiçeğinin, domatesin, buğdayın, armudun bütün suçu, günahı...
Öyle ya...
Ayçiçeğini Moldova'dan, Bulgaristan'dan, Romanya'dan, domatesi Rusya'dan, Romanya'dan, Ukrayna'dan, buğdayı ABD'den, Rusya'dan, Kazakistan'dan, Meksika'dan, arpayı Ukrayna, Fransa, Rusya, Almanya'dan, armudu Şili, Arjantin, Çin, Güney Afrika'dan ithal ediyoruz sonuçta!
Adı üstünde "Antep fıstığı"; binlerce ton üretim fazlamız varken İtalya, Almanya, Mısır, İran'dan ithal ediyoruz mesela!
Rizelileri kenevirin söküp alınışı kadar yaralamamış galiba ama ben yine de hatırlatayım, Sri Lanka'dan, Kenya'dan, Endonezya, Çin, İran'dan alıyoruz çayı.
Elma, Amasya'dan değil Şili, İtalya, Fransa, Bosna-Hersek, ABD'den geliyor çoğunlukla...
"Gülnar"ımız var ama Rusya'dan, Peru'dan, Şili'den, İtalya, Kolombiya'dan geliyor nar...
"Taşköprü sarımsağı" efsane marka ama Çin'den alıyoruz sarımsağı da...
***
Dün, -bu artık yandaşlık değil düpedüz vicdansızlık bu toprağa- sözüm ona "kenevir açılımı"na destek atmak için "bizim topraklarımız çok da verimli değil, her şeyi yetiştiremiyoruz, madem kenevir yetişebiliyor, neden bu ekonomik değeri terk ediyoruz" diye zırvalıyordu yine "gazeteci" sıfatlı biri.
Pamuk ne! "Ekonomik bir değer" değil mi? Çukurova verimsiz mi? İktidardan biri çıkıp da "Adana'dan pamuğu söküp aldılar" diye ağlamadığı için mi karşı çıkmıyorsunuz ithal ediliyor olmasına?
Zeytin ne? "Ekonomik bir değer" değil mi? Kim imara açtı zeytinlikleri?
İncir ne? Kim göz dikti Aydın'ın şifalı topraklarına?
"Şeker pancarı"nı kim kurban etti "mısır şurubu"na?
Madem o kadar "üretim"cisiniz...
Kimmiş bu "dost görünen düşmanlar"; 16 yılda, 3.5 milyon hektar tarım alanına TOKİ binası dikenlerle ilgisi olabilir mi diye sormak hiç mi gelmiyor aklınıza?
Ama hangi suç?
Yargıtay'da katip olarak çalışırken 15 Temmuz'dan sonra başlayan ihraç furyasında -hakkında herhangi bir suçlama, soruşturma olmamasına rağmen- işsiz kalmış ve üç yıldır sürdürdüğü hukuki mücadeleden de sonuç alamamış Rukiye Cele'den aldığım e-postada son derece çarpıcı bir detay vardı.
Cele'nin "ihraç sebebi" ne diye geçmiş kayıtlara biliyor musunuz?
"Kurum inisiyatifi, çalıştığı yer..."
Örgütlenme ağını düşününce kiminin elinin kimin cebinde olduğu hâlâ belli olmadığı bir yapıyla mücadele ne zamandan beri tekil olarak kurumların inisiyatifine terk edildi?
Bu kurumların inisiyatifleri bu kadar güvenilir, sağlıklı idi de nasıl bu hain yapı tarafından kevgire çevrildi her biri?
Son tahlilde Rukiye Cele bir "sızıntı" mıdır, değil midir ben bilemem ama "sızıntı" ise bunun hukuken tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde "kanıtlanmış" olması gerekmez miydi?
"Ergenekon" etiketli zulüm davasında, Tuncay Özkan 5 yıl boyunca avaz avaz "suçum ne" diye bağırmıştı;
Tablo bana onun çığlığını andırdı.
İnsanları, suçları bildirmeye dahi tenezzül etmeden işlerinden, ekmeklerinden, buna paralel aile huzurlarından etmek normal mi?