Ağustos Türk’ün zaferlerinin tescil edildiği ay / Hasip SARIGÖZ

Ağustos Türk’ün zaferlerinin tescil edildiği ay / Hasip SARIGÖZ

Hasip SARIGÖZ yazdı: Ağustos Türk’ün zaferlerinin tescil edildiği ay

Ağustos…

Ağustos, aslında batı kökenli bir kelimedir.

Asıl adı Oktavius olan Roma İmparatoru Avgust'un ünvanı, yılın sekizinci ayına isim olarak verilmiştir.

Türkler ise onu, 'Ağustos' olarak benimsemişlerdir.

Kelime anlamı ise "Muhteşem"dir ve takvimlerin, Ağustos ayına ait her bir yaprağında, Türk tarihinin muhteşem bir zaferinin adı yazılıdır.

Malazgirt Zaferi, Birinci Kosova Zaferi, Çaldıran, Mercidabık, Mohaç, Kastelnovo, Ponza, Otranto, Otlukbeli, İnebahtı, Conkbayırı, 1’inci ve 2’nci Anafartalar Zaferleri; Trabzon’un fethi ve Trabzon Rum İmparatorluğu’nun tarihe gömülmesi; Navarin Kalesi’nin, Mora'nın, Antep’in, Kars'ın, Cezayir'in, Belgrat’ın, Tunus’un, Estergon Kalesi’nin, Niş Kalesi’nin, Korsika Adası'nın, Magosa'nın (dolayısıyla Kıbrıs Adası’nın), Fas'ın ve Kuzey Afrika'nın, Libya ve Trablus’un, Ermenistan'ın başkenti Revan’ın, Girit Adası’nın, Suriye ve Halep’in fetihleri…

Bitti mi?

Hayır.

Mustafa Kemal’in komutasındaki 16’ncı Kolordu tarafından Muş ilimizin Ruslardan geri alınması, Bitlis’in ve Tatvan’ın Ruslardan geri alınması, Ruslara karşı kazanılan Çapakçur (Bingöl) Zaferi ve daha niceleri…

Hepsi; Türk kahramanlığının, Türk cesaretinin, Türk’e has vatan ve millet sevgisinin, Türk teşkilatçılığının ve akla dayalı üstün Türk maharetinin ortaya çıkardığı göz kamaştırıcı zaferlerdir. Yani bir bakıma tarih ve talihin Türk hesabına yazdırdığı altın sayfalardır.

Konu Türkler olunca şu yadsınamaz bir gerçektir ki, Türkler tarihin her devrinde muharebe meydanlarında oynadıkları belirleyici ve üstün rolleriyle, başka hiçbir millete nasip olmayan büyük zaferler kazanmışlar ve bu sayede hem Türklüğün, hem de büyük ölçüde dünyanın kaderini tayin etmişlerdir. Hiç şüphe yok ki Dandanakan (1040), Malazgirt (1071), Miryakefalon(1176), İstanbul’un Fethi(1453), 1. ve 2. Kosova Meydan Muharebeleri(1389/1448), Talas Savaşı (751), Varna Meydan Muharebesi (1444) ve Dumlupınar (30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi) zaferleri böyle zaferlerdir.

Çünkü:

Dandanakan Zaferi; Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunu sağlamış ve Türklüğün önüne İslam dünyasının hâkimiyeti yolunu açmıştır.

Malazgirt zaferi ise; Dünya tarihini değiştiren önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. Eğer bu muharebeyi Türkler kaybetmiş olsalardı, büyük bir ihtimalle yüzlerce yıl Orta Asya’ya sıkışıp kalacaklardı. Bu yönü ile Malazgirt Zaferi, Anadolu’nun fethi ve ebedi Türk vatanı haline gelmesi sonucunu doğuran müstesna bir olaydır.

Bu zaferden yaklaşık 100 yıl sonra 1176 yılında kazanılan Miryakefalon zaferi de; Türklerin Anadolu’da kalıcı olmalarını sağlamıştır. Dolayısıyla bu zafer; hem Türkler hem de Bizans için, bir bakıma Malazgirt zaferinin tasdiki ve tescili olmuştur.

Türk tarihinin ikinci Malazgirt’i olarak kabul edilen Miryakefalon zaferiyle artık, Türklerin bir daha Anadolu’dan sökülüp atılamayacağı bütün beyinlere kazınmıştır. Bu Savaş’ın galibi Bizans olsaydı büyük bir ihtimalle Anadolu’daki Türk varlığı yok olurdu ve Viyana kapılarına kadar dayanan Müslüman Türk’ün ilerlemesi hayal dahi edilemezdi.

İstanbul’un fethiyle birlikte de; Doğu Roma İmparatorluğu tarihe gömülmüş ve Türkler bu imparatorluğun mirası üzerinde tek söz sahibi millet haline gelmişlerdir. Ayrıca iki parça halinde olan Türk yurdu yani Anadolu ve Rumeli birleştirilerek bir bütün hâline getirilmiştir. Bu bütünleşmeden doğan güç ilerleyen zamanlarda Viyana kapılarına kadar dayanacak olan güçtür.

Şüphesiz ki, bu zaferlerin en yenisi ve en parlağı da 30 Ağustos 1922’de kazanılan Dumlupınar Başkomutanlık Meydan Muharebesi Zaferi’dir. Çünkü bu zaferle, Anadolu’nun; Türk milletinin ezeli ve ebedi yurdu olduğu, dost ve düşman herkese (en iyi anlayacakları dilden) bir kez daha gösterilmiştir. Esasen Türk tarihine yeni ve çağdaş bir devlet hediye eden ana neden de işte bu büyük zaferdir.

Sözünü ettiğimiz bu büyük zaferlerin de, Balkan Harbi gibi büyük yenilgilerin de hepsi bizimdir, günahı da sevabı da, gururu da utancı da bize, yani Türk milletine aittir.

Ne yazık ki, 10 yıllardır 23 Nisan’ları, 29 Ekim’leri ve 30 Ağustos’ları görmezden ve duymazdan gelmeyi ve hatta engellemeyi alışkanlık hâline getirmiş olanların, son yıllarda Malazgirt’i en şaşalı şekilde kutlamaya yöneldiklerine şahit oluyoruz.

Lütfen yanlış anlaşılmasın, biz burada Malazgirt Zaferi’nin görkemli törenlerle kutlanmasından rahatsız falan değiliz. Kaldı ki hiçbir Türk evladı Türk zaferlerinin kutlanmasından rahatsız olmaz ve bilakis bahtiyar olur.

Fakat bilinmelidir ki, buradaki mesele ve amaç farklıdır.

Hoşnutsuzluğumuz da işte bundandır.

Nasıl mı?

Anlatalım:

Maalesef ki, uzun bir zamandır Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alanlar tarafından; Türk milliyetçiliğini gölgelemek için ümmetçilik, Cumhuriyet’i gölgelemek için Osmanlıcılık ve Atatürk’ü gölgelemek için Abdülhamitçilik ikame edilmeye çalışılmaktadır.

Yalnızca bu mu?

Ne yazık ki hayır.

23 Nisan’ı gölgede bırakmak için, aynı tarihlere rastlayan Kut Zaferi,

19 Mayıs’ı gölgede bırakmak için 29 Mayıs İstanbul’un Fethi,

Ve 30 Ağustos’u gölgede bırakmak için ise 26 Ağustos Malazgirt Zaferi özellikle ön plana çıkartılmak isteniyor!

İşte bütün mesele bu.

İyi güzel de, eğer Dandanakan olmasaydı Selçuklu devlet olabilir miydi, Selçuklu devlet olamasaydı Malazgirt olur muydu? Malazgirt olmasaydı ne Miryakefalon ne de 30 Ağustos Zaferi olur muydu?

Tabii ki olmazdı.

İşte gerçek bu.

Peki, ama bir gerçek daha var.

Eğer 30 Ağustos olmasaydı, bugün Malazgirt kutlanıyor olabilir miydi?

Onun için; ne Türk büyüklerinden birini, ne de Türk zaferlerinden birini gözlemek ve bir diğerini ezlemek tam bir tarih şuursuzluğudur. Şuursuzluktan da öte müflis bakkalın “sinekten nasıl yağ çıkarırım” gibi sakat bir menfaat anlayışının sonucudur.

Bakın uzun zamandır Abdülhamit’i parlatmaya çalışıyorlar, Kut Zaferi’ni parlatmaya çalıştılar, son yıllarda da İYİ Parti sayesinde Malazgirt’i ve Ahlat’ı keşfettiler. Bu bağlamda saraylara ve köşklere bir türlü doyamayanlar şimdi de Ahlat’ta da kendileri için bir saray yaptırdılar. Emin olun bir getirisi olacağını fark etseler İzzettin Kılıçaslan’ın (II. Kılıçaslan) Miryakefalon’unu da kullanırlar.

Oysa hepsi bizimdir ve hepsi bizdendir. Hepsi aynı mayadandır ve hepsi de Büyük Türk Milleti’nin büyük komutanları, büyük yöneticileri ve büyük zaferleridir. Dolayısı ile biri diğerinin ikamesi veya alternatifi değildir.

Bir de, çatlasalar da patlasalar da bir ATATÜRK gerçeği vardır. Aynı Alparslan gibi, Kılıçaslan gibi, Fatih, Yavuz ve Kanuni gibi... O gerçeği ne yapsanız yok edemezsiniz!

Nasıl ki, Malazgirt Alparslan’sız, Miryakefalon Kılıçaslan’sız, İstanbul Fatih’siz ve Mohaç da Kanuni’siz anılamazsa; Sakarya, Dumlupınar ve Büyük Taarruz da Atatürk olmadan anılamaz.

Eğer dayatarak bunu böyle yaparsanız; bu bilime, gerçeğe, adalete, ahlaka ve dahi tarihe de aykırı bir durum olur. Eğer bu aykırılıkta ısrar ederseniz de, bir gün geleceğiniz yer müflis bakkalın geldiği nokta olur.

Neden mi?

Evet, hâlâ milletin önemli bir kısmı size oy veriyor.

Evet, bütün yetkilerini bilinçsizce size devretti!

Evet ama bu milletin size oy verenleri de dâhil olmak üzere zihni bulandırılmamış çok büyük bir bölümü Atatürk’ü de seviyor, en az sizin kadar sayıyor, saygı duyuyor ve en az size duyduğu kadar hürmet ve minnet duyuyor.

Eğer bu milleti, Atatürk ile kendiniz arasında bir seçime zorlarsanız, kalıbımı basarım ki Türk milleti Mustafa Kemal diyecektir.

Eğer Kurtuluş Savaşı sonunda İstanbul, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tarafından yeniden vatan yapılmasaydı, bugün İstanbul’un fethini kutluyor olabilir miydiniz?

İşte onun için, yıllardır yaptığınız bu yanlıştan vazgeçin, Atatürk’le, Cumhuriyetle ve onun herkesi kapsayan temel değerleri ile barışın. Yoksa müflis bakkal olmanız kaçınılmazdır!

Ey Türk Milleti uyanık ol ve sakın unutma!

Tarihî değerlerimizi birbiriyle çarpıştırmaya çalışanların, birini diğerine göre üstün göstermeye çalışanların, birini gözlemeye ve diğerini ezlemeye çalışanların bilin ki, her kim olursa olsun Türk milletine karşı muhabbeti değil, garazı vardır.

Çünkü Türk çocuğunu tarihi değerlerinden birine düşman, diğerini de sevdiğine pişman etmenin bu millete hiçbir faydası yoktur.

Sonuç mu?

Sonuç şu:

Büyük Türk Milleti hiçbir zaman “Keşke Yunan galip gelseydi!” diyenlerin ve bunu diyenlerin yanında duranların safında yer almayacaktır. Ne yapılırsa yapılsın bu millet Başkomutan Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında ve onun yeniden nurlandırdığı Türklük nurunun içerisinde yer alacaktır.

Kahraman Türk Ordusu'nu değiştirdiğini, dönüştürdüğünü, millet ordusundan parti ordusuna evirdiğini zanneden zavallılar... Siz ne Türk Milleti'ni, ne Türk Tarihini ne de Türk Askerini tanımayan kişiliklersiniz. Ne yaparsanız yapın armudun dibine düştüğünü ve kahraman Türk Ordusu'nun da aslına rücu ettiğini göreceksiniz.

Oğuz Han'dan itibaren bütün Türk büyükleri nasıl ki geçen yüzlerce ve hatta binlerce yıla rağmen hatırlanıyorsa Atatürk de aynı onlar gibi unutulmazlar arasına girmiştir. Siz ona garazı ve hatta düşmanlığı olanlar ise unutulup gideceksiniz. Bilesiniz ki, Yezit gibi bile hatırlanmayacaksınız.

Malazgirt'te Anadolu'nun yolu,

Miryakefalon'da hidayetin seli,

Kosova'da ay yıldızlı bir kan gölü!

Çanakkale'de bora, volkan, dolu...

İnönü'de Türk'ün istiklal kokan gülü,

Sakarya'da vatanı için divane, deli!

Dumlupınar'da zaferlerin kutlu dili,

Mehmetçiğim ben, Habib'e sevgili,

Benden bahseder bütün tarihler...

Savaşta ifrit, barışta bir seher yeli,

Burçlara sancaklar diken yeniçeri!

Şanlı zaferlerin, namlı askeriyim ben...

Mensubu olmaktan büyük bir onur duyduğum, Şanlı TÜRK Ordusu'na Sonsuz Selam ve Şükranlarımla, 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi Zaferimiz ve 1922 Başkumandanlık Meydan Muharebesi Zaferimiz kutlu olsun.

Selamla, sevgiyle ve Türklük şuuruyla kalın.